Suriye Krizi ve Suriye’li Sığınmacıların Türkiye’ye Uyum Süreci: Türkiye Üzerindeki Etkileri

Özet

Çalışmanın konusu yakın zamanda meydana gelen Suriye krizi ve Suriyeli sığınmacıların uyum süreci diyebileceğimiz 2011-2015 arasında Türkiye’ye etkileridir. Çalışmadaki amaç son dönemde Türkiye gündemini en çok meşgul eden konulardan biri olan Suriye krizi ne denli Türkiye’yi etkilemiş olduğunu ele almak ve kriz öncesi Suriye’de rejim nasıl şekillendiğini incelemektir. İlk kısımda Suriye’nin Osmanlı Devleti  ile başlayıp günümüze kadar bir tarihi ele alınmaktadır. Ardından  Suriyeli sığınmacıların genel durumu ve yasal statüleri daha sonra Türkiye üzerindeki etkileri ele alınmaktadır. Son bölümde çıkarımlar ve 2015 sonrası Suriyeli sığınmacılar ile ilgili yorumlar yapılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Suriye, Suriye Krizi, Suriyeli Sığınmacılar, Suriyeli Sığınmacıların Türkiye’ye Etkisi

Giriş

Suriye’de 15 Mart 2011 tarihinde Esad yönetiminin uygulamalarından memnun olmayanların başlattıkları isyanlar ülkeyi iç savaşa sürüklemiştir. İç savaş sonucundan mağdur olan her zaman birileri olmuştur. Ve sonucu büyük göçler ve büyük kayıplar olur. Burada da durum farksız olmamıştır. 2011-2018 yılları arasında 511.000 insan  iç savaşta hayatını kaybetti (Suriye iç savaşında 7 yılda 511 bin insan öldü, 2018). 2015 yılında göç edenlerin rakamları 4 milyonu buldu. Günümüzde geçici koruma altında kayıtlı Suriyeli sayısı 3 milyon 638 bin 193 kişidir (Kayıtlı Suriyeli Mülteciler, 2020). Bu denli büyük bir krize sebep olan, rejime karşı yapılan isyanlarda bir yapılanma gerçekleştirmiş olduğu olaylarda adını duyurdu.

Bu yapılanma ilk zamanlar Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) adını kullanırken sonraları İslam Devleti(İD) adını faaliyetlerinde kullandı. Gerçekleştirdiği faaliyetlerde hiç barışçıl olmayan İslam anlayışla bağdaşmayan faaliyetleri sonucu Suriye krizi hepten içinden  çıkılmaz bir bataklığa dönüşmüş oldu. Krizin ilk yıllarında dünyadaki güçlü devletler Esad’ ın baştan gitmesi tarafındayken IŞID in aktifleşmesiyle bu konu önceliğini kaybetmiş oldu.  Taraf devletler artık önceliklerini IŞID tehdidine çevirdiler. Bu krizden en çok etkilenen devletler komşu devletler olmuştur. Başta Türkiye olmak üzere savaştan kaçan birçok kişi Lübnan, Ürdün, Irak, Mısır ve bazı Avrupa ülkelerine sığınmıştır. Türkiye’ de 3.644.000, Lübnan’da 946.000, Ürdün’ de 670.000, Irak’ ta 253.000, Mısır’da 133.000 Suriyeli göç etmiştir (Suriye iç savaşı 9. yılına girdi, 2019).

Göç akını ilk defa Nisan 2011 de başlamıştır. Sığınmacıların %75 inden fazlasını kadın ve çocuklarım oluşturmasıyla beraber kamplar yetersizliği çoğunluğu kamp dışında yaşamak zorunda bırakıyor. Her geçen gün sığınmacı sayısı artmakta ve ülkeler yardım konusunda yetersiz kalmaktadır. Nispeten bakıldığında Türkiye ve Irak’taki kampların durumu iyi fakat ekonomik durumu bu ülkelere göre zayıf olan Lübnan ve Ürdün’ deki kampların durumu pek parlak gözükmemektedir. Gidişata bakıldığında Avrupa’ ya göç eden kişi sayısı 80.000’i aşmıştır (Türkiye’den Avrupa’ya gidenlerin sayısı 80 bini aştı, 2020). Bu durumda yük komşu ülkelere kalmaktadır. Güçlü devletlerin ve dünya kamuoyunun duyarsızlığı, üstüne Esad rejiminin yanında olmayan herkesi düşmanı yapması, birde IŞİD in ve bir çok terör örgütünün yapmış olduğu faaliyetlerle içinden çıkılmaz bir hal alan iç savaş, küresel güçlerin vekalet savaşları da iç savaşın vehametini artırmakta ve savaşın bitme umutlarını kırmaktadır. Bu noktada ülkeler kendi menfaatlerini bir kenarı koyup “insani” açıdan düşünmeleri gerekir. Dünyanın neresinde olursa olsun yapılan bir zulme dur dememek, mazlumun yanında olmamak, bizi insan yapan değerlerimizi terk ettiğimizi gösterir. Suriye’deki insanlık suçu insanlığın ulaşması gereken olgunluk seviyesine ulaşamadığının göstergesidir.

Uluslararası kamoyunun elinden geldiğince bu durumun Suriye halkı üzerindeki etkisini azaltmak yolunda uğraş sarfetmesi gerekmektedir. Yani meseleye Suriye’nin ve komşularının sorunu olarak bakmak cahilce ve sığ bir düşüncedir. Suriye’ deki durum artık bölgesel olmaktan çıkmıştır. Artık dünyadaki sistemi etkilemeye başlamıştır. Bunun için artık bu safhada sadece bölgesel bir krizmiş gibi krizi yaşayan devlet ve komşuları değil yaşadığımız dünyada uluslararası sistemde devletler veya uluslar üstü yapı artık devreye iyice girip bu kördüğümün çözülmesi gerekmektedir. Yapılacak olan yardımların savaşın mağdurlarına en iyi biçimde hizmet etmesi gerekir. Sağlık, güvenlik, eğitim vb. alanlarda eksik kalmayacakları şekilde ihtiyaçların giderilmesi gerekmektedir.

Kriz Öncesi Suriye

Osmanlı Devleti’nin Yavuz Sultan Selim döneminde Memlük Devleti ile yaptığı Mercidabık ve Ridaniye savaşları sonrasında fethedilen Suriye, yaklaşık 400 yıl boyunca Osmanlı hâkimiyetinde kaldı (Aymalı, 2012). Bu dönem tüm Ortadoğu’nun ve dolayısıyla Suriye’nin tarihindeki en sakin ve güvenli dönemdir. Suriye’deki bu güvenli ortam ekonomik ve sosyal kalkınmayı da sağladı ve refah düzeyi arttı. Osmanlı Devleti çatısı altındaki yaklaşık 300 yılını güvenli ve müreffeh geçiren Suriye için, Osmanlı’nın zayıflamaya başladığı 19.yy da Batılı devletlerin bölgeye askeri ve siyasi müdahalelerde bulunmasıyla tekrar sıkıntılı günler baş gösterdi. Bu müdahaleler genellikle bölgede yaşayan gayrimüslim halkın haklarını koruma bahanesiyle yapılıyordu. İngiltere ve Fransa başını çektiği müdahaleler sonucunda özellikle Beyrut- Şam civarında Fransızların etkisi ciddi derecede arttı.

Osmanlı Devleti’nin zayıfladığı 19.yy da bu bölgede yaşadığı tek sorun Batılı devletlerin müdahalesi değildi. Avrupa’da ortaya çıkan ve tüm çok uluslu devletlerin korkulu rüyası haline gelen milliyetçilik fikri Osmanlı tebaasını da etkiledi ve bunun sonucunda özellikle Beyrut-Şam merkezli bir Arap milliyetçiliği fikri yayılmaya başladı. Lübnanlı ve Suriyeli birtakım aydınlar bu fikir üzerine gizli faaliyetler yürütüp örgütlendiler ve kulüpler kurdular (Suriye devleti nasıl kuruldu? Esed dönemi nasıl başladı ?, 2020). Arap ulusunun eski ihtişamına erişebilmesi için “Türkün boyunduruğundan kurtulmak gerekiyor” sloganıyla ayrılıkçı politikalar yürüten aydınların görüşleri genel olarak Arap toplumunda pek karşılık bulmasa da toplumun üst tabakasını ciddi derecede etkiledi.

Fransız Mandaterliğinde Suriye

Osmanlı Devleti’nin 19.yy da Suriye-Lübnan coğrafyasında yaşadığı bu sorunlar 20. yy’da daha sıkıntılı bir hal aldı. I. Dünya savaşında Suriye cephesinde Fransızlara yenilen Osmanlı ordusu Halep’e kadar çekildi ve bu bölge tamamen Fransız mandaterliği altına girdi. Fransa gayrimüslim azınlıkları devlet yönetiminde ve orduda güçlendirdi. Bölgedeki Sünni çoğunluğa karşı gayrimüslimlerin safında yer aldı.

Bulunla yetinmeyen Fransa bölgedeki idari yapılanmaya da el attı. Lübnan, Suriye’den ayrı yeni bir devlet olarak kuruldu ve başkenti Beyrut oldu. Bugün Suriye olarak bilinen bölgede ise Şam ve Halep merkezli iki devletin yanında bir Nusayri (Arap Alevisi) ve bir Dürzi devleti olmak üzere dört ayrı devlet kurdu. Daha sonra bu devletleri Suriye Federasyonu olarak tek çatı altında toplayan Fransa bölgede hala dinmek bilmeyen karışıklıkların temelini bu şekilde attı.  Suriye Federasyonu’nun ismi 1925 yılında Suriye  Devleti olarak değiştirildi.

Suriye 1946 yılında Fransa’dan bağımsız bir devlet oldu ve bölgede yeni bir dönem başladı. Fakat bu dönem Suriye için istikrar ve güven dönemi değil, tam tersine siyasi çalkantıların ve askeri darbelerin arasında gelip giden karanlık ve karışık bir dönem olmuştur.

19. yy sonlarında filizlenen Arap milliyetçiliği Suriye’nin bağımsızlığına kavuştuğu bu yıllarda önemli bir seviyeye gelmişti. Osmanlı Devleti’nden sonra bölgeye hakim olan Fransız ve İngilizlerin ‘böl, parçala yönet’ politikası gereği kamçıladığı milliyetçilik yine bu devletlerin adil olmayan politikaları ve Filistin meselesinin de ulaştığı son durum neticesinde daha da güçlendi kendisiyle paralel güçlenen sosyalizm ile beraber yeni bir dönemi başlattı.

Baas İktidarı

Baas kelimesi ‘yeniden diriliş’ anlamına gelir. Baas hareketi ise Arapların yeniden dirilişini hedefleyen ve bunun tüm Arapların sosyalist bir devlet çatısı altında toplanmasıyla mümkün olduğunu savunan milliyetçi bir oluşumdur. Arap dünyasındaki karışıklıkların kamçıladığı özgürlük, sosyalizm, milliyetçilik gibi unsurları bünyesinde toplayan hareket kısa süre içerisinde Arap dünyası içerisinde yayıldı ve birçok taraftar kazandı. Baas partilerinin ilki 1940’ta Şam’da kuruldu.  Suriye Baas’ının hedefi Suriye’deki farklı birçok etnik ve dini unsuru Arap milliyetçiliği, sosyalizm ve seküler-laik bir ideoloji etrafında birleştirmekti (Suriye devleti nasıl kuruldu? Esed dönemi nasıl başladı ?, 2020).

Suriye’nin 1946 yılında Fransa’dan bağımsızlığını kazanmasının ardından başlayan iç karışıklıklar ve birbiri ardına yaşanan askeri darbeler Suriye halkının ciddi bir ümitsizliğe düşmesine neden olmuş ve bütün bu olanları sonlandıracak bir kurtarıcı beklemelerine yol açmıştır. İşte böyle bir ortamda faaliyetlerine başlayan Baas partisi Suriye halkı tarafından karşılık bulmuş ve askeri darbelerin yarattığı kargaşa ortamından yararlanarak 1963 yılında askeri bir darbe ile yönetimi ele geçirdi. Suriye’de Baas rejimi başladı ve yedi yıl sonra 1970 de bugün Suriye’yi yöneten diktatör Beşar Esad’ın babası Hafız Esad Suriye tarihinin son askeri darbesini gerçekleştirdi. Darbeyi gerçekleştirmeden önce Milli Savunma Bakanı görevini yürüten Esad, darbe sonrasında kendi diktatörlüğünü kurdu.

Hafız Esat yönetimi ele geçirdikten sonra devletteki ve partideki her kademeye kendi yandaşlarını yerleştirdi ve iktidarını güçlendirdi. Toplumda dine, mezhebe ve farklı etnik unsurlara dayanan tüm ayrışma yaratabilecek unsurları baskıcı bir biçimde birleştirmeye, bu şekilde siyasi istikrarı sağlamaya çalıştı. Fakat Esad Suriye’nin kendi içerisindeki siyasi istikrarı bir nebze sağlayabilmiş olsa da Ortadoğu havzasının özellikle batısında yaşanan karışıklıklardan Suriye’de etkilenecekti. 1973 yılında Mısır ile birlikte İsrail’e karşı savaş açtı fakat aynı yıl mağlup oldu. !975 yılında patlak veren Lübnan İç Savaşında da Lübnan’a çeşitli şekillerde yardım etti. 1976’da Lübnan’a 35.000 askeri yolladı.

Suriye’nin İsrail’e karşı olan düşmanlığı 1990’lı yıllara değin sürdü. Zaten güçlü olan Suriye-Lübnan ilişkileri İsrail düşmanlığının da etkisiyle daha da güçlendi. 1982 de Hama’da vuku bulan Müslüman Kardeşler ayaklanması bastırıldı. İsrail’in ABD ile olan yakınlığının tabii bir neticesi olarak ve Suriye’nin bölgedeki stratejik konumunun da verdiği öncelik nedeniyle Suriye SSCB tarafından aktif bir biçimde desteklenmiş, silah yardımı almıştır. Fakat SSCB’nin dağılmasından sonra Suriye daha farklı bir politika izleme yolunu seçmiş ve evrensel gelişmelere ayak uydurmaya çalışmıştır. 1991’de Madrid Barış Konferansı’na katılmış ve Ortadoğu barışı konusunda katkı sağlamıştır. Ayrıca 1988’deki İran-Irak Savaşı sonrasında bölgedeki devletler ile olan ilişkilerini yeniden geliştirme yoluna gitmiştir (Aksu, 2011).

Suriye Hafız Esat döneminde geçmiştekine nazaran daha farklı bir rota izlemiş ve bu doğrultuda 2000 yıllarına girmiştir. Hafız Esat modern Suriye’nin temellerini atmış, adaleti  toplumun bütün kesimleri arasında sağlamaya çalışmış ve bu doğrultuda dengeli bir politika izlemiştir. Döneminde tarihe unutulmaz eserler bırakmış 10 Haziran 2000 tarihinde hayatını kaybetmiştir.

2000-2015 arası Suriye

Türkiye ve Suriye arasındaki ilişkiler 2000’li yıllarda ivme kazandı. Dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Hafiz Esad’ın cenazesine katıldı ve onun iştirakleri iki ülke ilişkilerinin alacağı ivmenin başlangıç noktası olmuştur (Kambur, 2012). Kısa bir süre sonra Suriye’de dönemin Başkan Yardımcısı olan Abdulhalim Haddam, Türkiye’ye ziyarette bulundu. Beşşar Esad’in iktidarının başlaması ve buna mukabil 2002’de Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelmesiyle ülkeler arasındaki üst düzel ilişkiler daha da gelişmiştir. ABD’nin Irak işgali sırasında Amerikan uçaklarının Türkiye’den kalkmasını ihtiva eden tezkere, 1 Mart 2003’de TBMM tarafından reddedildi, Bu durum Irak’ın ABD tarafından işgaline karşı olan Suriye ile Türkiye’nin daha da yakınlaşmasını sağladı. Suriye, Türkiye ve İran, Nisan 2003’te bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasının engellenmesi gibi Türkiye açısından kritik bir maddeyi de içeren üçlü bir anlaşmaya imza attı.

Türkiye ve Suriye ilişkilerinde seyreden bu olumlu süreç Esad’ın 2004 yılında Türkiye’ye yaptığı ziyaret ile zirveye ulaştı. Suriye’nin bağımsızlığını kazanmasından sonra ilk defa bir Suriye Başkanı Türkiye’ye geliyordu . 2004 yılının Aralık ayında Suriye’yi  ziyaret eden Başbakan Erdoğan da konuya değinerek “Uzak olan ilişkilerin nasıl yakınlaştığının göstergesidir” demiştir.Suriye Başbakanı Naci Otri de, “İlişkilerimiz gelecekte her alanda daha da gelişecektir” diyerek karşılık verdi.

2005 yılının Nisan ayında Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de Suriye’yi ziyaret etti . Karşılıklı yapılan ziyaretler bu tarihten itibaren de devam etti.

İki ülke arasında yaşanan siyasi gelişmeler beraberinde  başta ticari olmak üzere bir çok alanda ortak projeler yürütülmesini sağlamıştır. 2007 yılının Ocak ayında  yürürlüğe giren Türkiye-Suriye Serbest Ticaret Anlaşması son dönemde gelişen ilişkilerin en önemli meyvelerinden biri olmuştur.

Türkiye 2008’de Suriye ile İsrail arasında arabulucu olmaya çalışmış fakat yapılan görüşmeler olumlu bir netice vermemiştir. Buna mukabil 2008 yılının sonunda İsrail’in Gazze’ye düzenlediği saldırılar Türkiye’nin de İsrail ile arasının açılmasına sebep olmuş bu da Türkiye-Suriye ilişkilerini daha da güçlendirmiştir. Öyle ki iki ülke liderleri Ağustos 2008’de Bodrum’da aileleriyle birlikte tatil yapacak kadar yakın bir ilişkiye sahipti. Devam eden süreçte Suriye ve Türkiye orduları 27 Nisan 2009 tarihinde sınır bölgelerinde üç günlük bir askeri tatbikat yaptı. Dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 15-16 Mayıs 2009 tarihlerinde Suriye’yi ziyaret etti.

Türkiye 2005 yılından itibaren belli aralıklarla Suriye’ye reform tavsiyesinde bulunmuştur. 2010 sonlarında başlayan Arap Baharı 2011 yılında Suriye’ye ulaştı. Rejim karşıtları ayaklanması ve Suriye ordusunun sert müdahalesi çok sancılı geçecek bir sürecin ilk kıvılcımları hüviyetindeydi.

İsyanın ilk günlerinde Türk yetkililer reform çağrılarını yineledi çünkü Suriye ordusunun sert müdahalesine rağmen halkın önemli bir kısmının halen Esad’ı desteklediğini düşünüyorlardı. Bu doğrultuda dönemin Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu  Suriye’yi ziyaret etti ve ‘ Kürt vatandaşlarına da kimlik verilmesini ve Sıkı Yönetim’in kaldırılması gerektiğini belirtti. Ayrıca ordunun kentlere girmemesi ve halka müdahale etmemesi gerektiğini beyan etti. Hatta devam eden günlerde, Suriye’de yapılacak reforma ilişkin bir konuşma yapması düşünülen Esed’e istifade edebileceği bir örnek konuşma taslağı bile yollanmıştı. Buna rağmen Esad’ın 15 Nisan’da yaptığı konuşma, Ankara’nın tavsiyelerine hiç uymuyordu. Dönemin MİT Başkanı Hakan Fidan 28 Nisan 2011’de Başbakan Erdoğan’ın ‘özel temsilcisi’ sıfatıyla, Şam’ı ziyaret etti. Fidan’ın yaptığı ziyaretten bir gün sonra, Suriye’deki şiddetten kaçan ilk Suriyeli ilticacılar Türkiye’ye ulaştı.

Dışışleri Bakanı Davutoğlu 7 Mayıs 2011’de reform çağrısını tekrar etti.  Ağustos ayında yeniden Suriye’ye gitti ve Beşşar  Esed ile uzun süren bir görüşme yaptı.  Görüşmede Suriye’de yapılması gereken reformla ilgili 14 maddeden oluşan bir yol haritası çıkarıldı. Fakat görüşmenin üzerinden çok geçmeden Esed’in gerekenleri yapmayacağı anlaşıldı. Dönemin Türkiye Başbakanı Erdoğan 11 Ağustos 2011’de şu açıklamayı yaptı:  “Ben lafı eğip bükmeyi sevmem, samimi bir ifadeyi burada kullanmak istiyorum. Deniz tükenmektedir, bu yol çıkmaz sokaktır. Dökülen kan, halkınızla aranızdaki bağı kopartıyor. Her damla kan, uluslararası toplumu size karşı önlem almaya biraz daha yaklaştırıyor.”

Artık bu son uyarı da Esed tarafından umursanmayınca Dışışleri Bakanı Davutoğlu “Artık Suriye ile konuşulacak bir şey kalmamıştır” şeklinde beyanda bulundu ve Türkiye tarafı Kasım ayında Suriye’ye karşı bir kısım yaptırımları hayata geçirdi. Bunlar Suriye’ye ait devlet bankaları ile ilişkilerin durdurulması, Suriye yönetiminin mali varlıklarının dondurulması, Suriye ordusuna silah ve askeri ekipman ambargosu uygulanması ve Suriye ile olan ekonomik ve ticari ilişkilerin kesilmesi şeklinde sıralanabilir.

İki ülke arasında 2010’ da 2,5 milyar dolara civarında olan ticaret hacmi, hızla aşağılara çekildi. Türkiye’ ye iltica eden Suriyeli sayısında süratle yukarı tırmanıyordu. Öyle ki 2013 yılına ulaşıldığında Türkiye’ye iltica eden toplam Suriyeli sayısı yarım milyondan fazlaydı.

ÖSO ya ait silahlı unsurlar Hatay’a yerleştirildi ve muhalifler İstanbul’da bir merkez açtı. Bunun yanı sıra Mart 2012’de Türkiye’deki Şam Büyükelçiliği kapatıldı.

Haziran 2012’de ise Suriye tarafı gerilimi artıracak bir açıklama yaptı ve Türkiye’ye ait bir keşif uçağını düşürdüğünü iddia etti. Olay sonrası iki Türk pilot şehit oldu. Olay sonrasında Türkiye yönetimi Türk Ordusu’na Suriye tarafından yapılan her hangi bir saldırıda anında saldırı yetkisi verdi. Suriye ise Türkiye’nin muhaliflere maddi destek verdiğini ve savaş ekipmanı sağladığını iddia ederek bunların durdurulmasını talep ediyordu.

Türkiye’deki Suriyelilerin Genel Durumu

Bölgede AFAD ve Türk-Kızılayı insani yardım faaliyetlerine başladı. Sınır ötesi yardımlar için STK’ lardan yardımlar alındı. Ancak Suriyelilerin ülkeye girişi, hem sürekliliği hem de sayısal olarak beklentilerin çok üzerindeydi.2012 ortalarına kadar 50 bin sığınmacı politikası yetersiz kalınacağı anlaşılınca dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu rakamı değiştirerek “kırmızı çizgimiz 100 bindir, daha fazlası gelirse tampon bölge oluşturabiliriz” açıklamasını yaptı (Davutoğlu’ndan tampon bölge işareti, 2012). Ancak Temmuz 2012 de açıklanan “kırmızı çizgi” olan 100 bin kişi 2 ay bile geçmeden aşılmış, Eylül 2012 de sayı 133 bine çıkmıştır. Daha sonraları sayı katlanarak artmış. 2013 ve 2014’te sadece Esad rejiminden değil, daha sonradan meydana çıkmış örgütlerin yaratmış olduğu zulümden kaçan insanlarla sığınmacı sayısı 1 milyon 900 bine ulaşmıştır. Şuan bu sayı yaklaşık 3milyon 644 bini bulmuştur (Türkiyedeki Suriyeli Sayısı Aralık 2020, 2020). Bu sayılar kayıtlı olan kişi sayılarıdır. Türkiye ile Suriye arasından 911 km uzunluğunda ve oldukça korumasız olan sınır ve sınır bölgesinde kaçakçılık konusunda bölge halkının bir bölümünün önemli tecrübe birikimi olması bu sayının kontrol edilemeyen bir şekilde büyümesi zemin hazırlamıştır. Bu durum başta Türkiye olmak üzere komşu ülkeleri her geçen gün daha da artan bir “açık kapı politikası mağduru” haline getirmektedir.

Dönemin AFAD Başkanı Fuat Oktay’ın “açık kapı politikası, bu tür bir krizde sadece sınır komşularının sorumluluk yüklenmesi şeklinde anlaşılmasın, krizin insani yükü komşu olmayan ülkelerce adil olarak paylaşılmalı” sözleri bu bakımdan son derece önemlidir. Kampların standartlarının artması, kamplarda yaşayanların belirli kurallara tabi olması beraberinde getirmektedir. Bu da özellikle uzayan “misafirlik” durumunda sıkıntıya sebep olmaktadır. Bugüne kadar, bütün ihtiyaçların sağlandığı kamplara yerleştikten bir süre sonra kamplardan ayrılanların oldukça fazla olması bu açıdan dikkatleri cezp ediyor. Suriyelilerin bulunduğu 5 ülkedeki kamplarda yapılan bir çalışmada, kampların standardı ile sığınmacıların “ memnuniyeti” arasında doğrudan bir ilişki olmadığı tespit edilmiştir.

Diğer yandan asıl sorun teşkil eden kamp dışında kalan Suriyelilerde yaşanmaktadır. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürü Atilla Toros’ un verdiği rakamlara göre 2015 yılı verilerinde Türkiye’deki Suriyelilerin sayısı 1 milyon 905 bine çıkmıştı (Türkiye’deki Suriyeli sayısı belirlendi, 2015). Oysa Suriyelilerin 250-260 bini yani %8’i geçici barınma merkezlerinde kalmaktadır. Geri kalan Suriyelilerin %92’si bu merkezlerin dışında kalmaktadır. Bu durum krizin “insani yardım” boyutu dışında sosyal, siyasal, ekonomik gibi etkenlerinde tartışılmasının gerekliliğini göstermektedir. Türkiye’deki Suriyeliler konusu Nisan 2011’de başlamış olsa da çok uzun süre etkilerini sürdürme potansiyeline sahiptir. Bu yüzden toplumsal uyum ve kabulün sürekliliği, huzurlu, kendine güvenli tam, kültürel çeşitlilikle bezenmiş bir Türkiye için de önemli bir yer teşkil etmektedir. Dolayısıyla bugüne kadar insani amaçlarla yapılmış yardımların göz ardı edilmeden, ülke kaynaklarını ve kapasitesi de farkında olarak kısa, orta ve uzun vadeli bir güvenli ve huzurlu bir birlikte yaşamın esasını ortaya koymak önemlidir.

Suriyeliler toplum için kargaşa yaşanmasına da çok kültürlü ve huzurlu bir yapıya dönüşmesine olanak sağlayabilir. Bunun nasıl olacağını ileriki günlerdeki uygulamaların neticeleri bize hangi yolda gidileceğinin kapısını aralamış olacaktır. Türk toplumunun bu fedakâr ve sıcak kültürü, Türkiye’nin geleceği için bir şans olabilir. Yani şuan uygulanacak düzgün ve nizami adımlarla atacağımız her bir adım bize Suriyeliler ileriki zamanlarda nasıl yaşayacaklarını değil aynı zaman geleceğin Türkiye’ sinin bir kısmını bize göstermiş olacak.     

Şekil 1 Türkiye’deki Suriyelilerin İllere göre Dağılımı

Kaynak: https://multeciler.org.tr/turkiyedeki-suriyeli-sayisi/

Suriyelilerin Yasal Statüsü

Türkiye’deki Suriyelilerin tanımlanması konusunda genel olarak bir uyuşmazlık yaşanmış. Bu konuda 22 Ekim 2014’te yapılan “Geçici Koruma Yönetmeliği” esas alınarak Yönetmelik ile Suriyeliler için belirleyici olan ”geçici koruma” hukuki bir altyapıya oturtturulmuştur (Geçici Koruma Yönetmeliği, 2014). Geçici Koruma şu şekilde ifade ediliyor:

“Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak veya bu kitlesel akın döneminde bireysel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen ve uluslar arası koruma talebi bireysel olarak değerlendirilmeye alınamayan yabancılara sağlanan koruma”(Md. 3-f)

Türkiye’deki hukuki ve idari yapı gereğince Suriyelilere “mülteci” diyememekteyiz. İlgili kurum ve kuruluşlar bunu belirtirken genellikle “sığınmacı” veya “misafir” kavramlarını kullanmışlardır. Bunun sebebi 1951 de imzalanan Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Sözleşme(Cenevre Komisyonu) de beyan edilen “mülteci” tanımına girmedikleri için ilk yıllarda “sığınmacı” veya “misafir” kavramları kullanılmıştır. Bu durum ilk yıllarda üzerine düşülmemiştir. Bunun bir sebebi ileriyi görememek savaşın bu denli uzaması ve milyonlarca sığınmacının gelmesi durumunu okuyamamış olmaktır.

Türkiye kendini koruma refleksi ile Cenevre Sözleşmesi’ni iki önemli çekince ile sınırlandırmıştır. Bunlardan birisi “Bu sözleşmenin hiçbir hükmü, mülteciye Türkiye’ de Türk uyruklu kimselerin haklarından fazlasını sağladığı şeklinde yorumlanamaz” çekincesidir. İkinci ve daha önemli bir çekince ise “coğrafi sınırlama” ya yöneliktir. Buna göre Türkiye, Cenevre Sözleşmesi’ndeki genel tanım yerine sadece Avrupa ülkelerinden, teknik ifadesi ile Avrupa Konseyi’ne üye olan ülkelerden gelecek sığınmacılara “mülteci” olarak kabul edilmektedir. Avrupa ülkeleri dışından gelenlere ise Türk Hukukuna göre “sığınmacı” olarak tanımlanmaktadır. 22 Ekim 2014’ çıkarılan Geçici Koruma Yönetmeliği kapsamında “sığınmacı” kavramı kaldırılmış yerine “şartlı mülteci”, “ikincil koruma”, “geçici koruma” kavramları ile tanımlanan yeni statüler getirilmiştir. Kavramlar sadece hukuki boyuttan değil zaman zaman duygusal olaraktan etkilendiği vakitler olmuştur. Fakat bu duygusal olgu sığınmacıların güvenliğini korumada yetersiz kalmaktadır. Bunun için hukuki tanımlama toplumsal kabul kadar önemlidir. Dönemin AFAD Başkanı Fuat Oktay bu konuyla alakalı yaptığı bir açıklamada görüşlerini şu şekilde dile getirmiştir:  “Türk milletinin misafirperverliğini anlatması için sığınmacı kelimesi kullanılmadı. Onları misafir olarak görüyoruz. Millet olarak kucağımızı ve yüreğimizi açtık” (Çok oluyorsunuz!, 2014). Bu tanımlamada kendine has sorunlar barındırmaktadır. Tanımda “misafir” kavramı üzerinde durulması gerekmektedir. 10 yıla varacak “sonu gelmeyen misafirlik” durumu çok yönlü bir toplumsal gelişmeyi beraberinde getirdi. Sadece 2019 yılında  doğan Suriyeli bebek sayısı 450.000 civarında (Türkiyedeki Suriyeli Sayısı Aralık 2020, 2020). Ayrıca Suriyeli nüfusun Ülkemiz nüfusuna oranı resmi kayıtlarda %4 civarında (Türkiyedeki Suriyeli Sayısı Aralık 2020, 2020). Binlerce çocuk okula gitmekte kadın erkek birçok Suriyelinin farklı işyerlerinde çalıştığı birçoğunun işyerine sahip olması ve yerel halkla birçok sayıda evlilik gerçekleşmektedir.

Türkiye’de doğan çocukların hukuksal bakımdan belirsizlik içerisinde olduğu ve Kemal Kirişçi’ nin ifade ettiği gibi –özellikle Türkiye’ye geliş sonrasında dini nikâh ile yapılan evliliklerden doğan- bu çocukların “vatansız” olma gibi tehlikeleri olmuştur (Kirişci, 2014).  Her ne kadar eski barışın ve huzurun geri gelmesi istense de birçok Suriye’ li orta vadede bunun gerçekleşmesini olası görmektedir. Bu durum her geçen gün, Suriyelilerin Türkiye’de kalıcılıklarını daha da arttıran bir rol oynamaktadır. Evrensel olarak göçün fıtratında kalıcılık olduğunu unutmamak gerekmektedir.

Suriyeli Sığınmacıların Ekonomik Etkileri

Nisan 2011’den  2015’e kadar Suriyeli sığınmacılar için Türkiye’ nin yapmış olduğu harcama 5 miyar dolarken 2019 yılına geldiğinde bu rakamın 40 milyarı doları aştığı açıklanmıştır (Erdoğan: Sığınmacılar için harcadığımız para, 2019). Türkiye’deki sivil toplum  kuruluşlarının katkısı ise 2017’de yaklaşık 850 milyon dolar civarında olduğu basına yansımıştır (Ergül, 2017). Hükümet ve AFAD, Kızılay gibi kurumlar açıklamalarında bunu dile getirmektedir.

Şekil 2 Suriyeliler için Harcanan Maliyetin Analizi

Kaynakça: https://www.aa.com.tr/tr/info/infografik/8044 2017.

Bu açıklamalarda Türkiye’nin 3 milyon 500 bini aşan sığınmacıya yapmış olduğu yardım yurtdışından gelen yardımın son derece düşük olduğu sıklıkla vurgulanmaktadır. Yurtdışından yapılan göstermelik yardımlar ve sığınmacı almama ısrarı Türkiye’de önemli tartışmalara sebebiyet vermiştir. AB 2015’te Türkiye- AB zirvesinde 3 milyar Euro fon vereceğini belirtmiş ve bitmesi durumunda 3 milyar ek katkı sağlanacağının taahhütünü vermiştir. Şu ana kadar ise 2.3 milyar Euro ödenmiş ve 2025’e kadar kalan 4.7 milyar Euro’nun AB tarafından ödeneceği düşünülmektedir (Avrupa Birliğinin Suriyeliler İçin Türkiye’ye Ödediği Para, 2020). Fakat burada asıl mesele böylesi bir krizde uluslararası sitemdeki tavır ne şekilde olduğu meselesidir. Yük paylaşımında gelişmiş ülkelerin ortaya koydukları tavır üzerlerine almadıkları yüklerin bize insani etkilerin çok zayıfladığının bir kanıtıdır. En çok Suriyeli sığınmacıyı bünyesinde barındırmasına rağmen Türkiye’ye yapılan cüzi miktarlardaki yardımın sebeplerinin araştırılması gerekmektedir. İkinci önemli husus gelen yardımın kullanım biçimidir. Türkiye gelen yardımın kullanım alanlarını kendi belirlemek istemekte bunun için nakdi yardım ve inisiyatif talep etmektedir. Fakat BM başta olmak üzere söz sahibi uluslararası kurumlar yapılacak yardımın kullanımına ilişkin olarak nakdi değil ayni olması ve kendi belirlemiş oldukları yöntemlerce yardımların kullanılmasını talep etmektedirler.

Suriyeli Sığınmacıların Toplumsal Etkileri

Suriye’den Türkiye’ye yapılan toplu iltica hareketinin en önemli etkileri toplumsal alanda olmuştur. Bunun nedeni Türkiye’ye sığınan halk ile yerel halk arasındaki dil, kültür, mezhep gibi birçok alanda görülen farklılıkların yol açtığı çatışmadır. Suriyelilerin yaşam tarzı ve yerel halkın yaşam tarzı arasındaki farklar kimi zaman kutuplaşmaya varacak ölçüde bir ayrışma aracına dönüşmüştür. Ayrıca sığınmacılardan dolayı çok eşlilik seviyesinde artış gözlenmiş buna bağlı olarak boşanma sayılarında da artış olmuştur. Kadın ve çocukların istismara maruz kalması ve kontrolsüz göç sonucu kentlerde oluşan çarpık yapılaşma da olumsuz etkiler arasında gösterilebilir. Kontrolsüz göç bazen o kadar büyük boyutlara ulaşmıştır ki bazı kentlerde kümelenen Suriyeli sığınmacıların sayılarının fazlalığından dolayı o kentlerdeki demografik yapıda ani ve ciddi değişimler olmuştur. Bu da toplumsal   kutuplaşmayı artırmış ve birçok gerginliğin doğmasına sebep olmuştur. Bu gerginlikler ayrışmanın etnik boyutlarda olmasına yol açmış ve iki ülke vatandaşlarının bir kısmı yaşadıkları olumsuz tecrübeler sonucunda bütün bir halka karşı olumsuz bir yargıya sahip olmuştur. Çocuk işçi sayısında da ciddi bir artış gözlenmiş ve bu durum hem sığınmacıları kötü etkilemiş hem de Türk halkı arasında işsizliğin artmasına yol açmıştır. Kentlerde kümelenen sığınmacıların neden olduğu çarpık kentleşme kentlerdeki düzeni olumsuz etkilemiştir. Yine doğum oranlarında ve nüfus artış hızındaki dalgalanma demografik yapıda ani değişimlere neden olmuştur. Toplumsal alanda yaşanan olumsuz etkilerin faturasını en çok da bu dönemde küçük yaşta olan veya yeni doğan sığınmacı çocukları ödemiştir. Böyle bir ortamda doğan ve sağlıksız koşullar altında maddi zorluklarla mücadele etmek zorunda kalan çocuklar eğitim olanaklarından da yeterince istifade edememiştir. Bunun sonucunda da suç oranlarında ve çocuk işçi sayısında ciddi bir artış gözlenmiştir.

Bütün bunlara rağmen yerel halkın sağduyusu ve sığınmacıların uyum sağlamaya başlaması sonucunda özellikle 2015’ten itibaren ciddi bir suç unsuru oluşmamış ve özellikle genç yaştaki Suriyeli sığınmacılar uyum sağlama noktasında çok hızlı yol katetmiştir.

Bütün bu zorlukların hızlı bir biçimde aşılmasının belirli faktörleri olmuştur. Bu faktörlerden en önemlileri iki toplumun aynı dinin inananları olması ve toplumun genelinin bu konuda hassasiyet sahibi olması ve Türk toplumunun sorunlarla baş etme konusunda sahip olduğu yüksek kapasitedir. İlk aşama sancılı bir şekilde yaşansa da Suriyelilerin Türk toplumuna uyumu gerçekleşmiştir. Uyum sağlama sürecinin hızlı olmasındaki başlıca faktörlerden birisi de Suriyeliler ile Türkler arasında yapılan evliliklerdir. Bu duruma toplumun bazı kesimleri tarafından tepki gösterilse de iki toplumun kaynaşmasında en önemli faktörlerden biridir. Sadece 2019 yılında Türkiye’de 450.000 Suriyeli çocuk doğmuştur. Buna mukabil Suriyeli sığınmacıların büyük bir bölümü çocuk ve gençlerden oluşmaktadır. Bu da onların Türkçeyi hızlı bir şekilde öğrenip Türk toplumuna adapte olma sürecini hızlandıran önemli unsurlardan birisi olmuştur. Çok sayıda Suriyeli işletmeci işletmelerini Türkiyeye taşımış ve ekonomik ve ticari faaliyetlerini Türkiye’de devam ettirmiştir. Bütün bunlar iki toplumun birbirine uyum sağlamasını destekleyen faktörlerdir.

Suriyeli Sığınmacıların Siyasi-Güvenlik Açısından Etkileri

Bu konuda iki toplum arasında meydana gelebilecek en tehlikeli husus, yerel halk ile sığınmacılar arasında bazı olayların beslediği bir nefret atmosferi oluşması ve bu atmosferin şiddet eylemlerini tetikleyerek önü alınmaz bir kaosa dönüşme ihtimali olmuştur.  Bu olayların irili ufaklı örnekleri başta sınır illeri olmak üzere birçok vilayette görülmüştür. Toplumların arasındaki ayrışmanın en tehlikeli potansiyel sonuçlarından birisi sığınmacıların örgütlenerek kendi adaletlerini arama psikolojisiyle hareket etme ihtimalleri olmuştur. Bu örgütlenme ve toplumlar arası önyargı, iki toplumun bütünleşme sürecini doğrudan baltalaması hasebiyle dikkat edilmesi gereken hususların başında gelmiştir.

Önyargı atmosferinin oluşturduğu bir diğer olumsuz etki ise Türk toplumunun kendisini Suriyelilerden gelebilecek bazı terör saldırılarına açık hissetmesi olmuştur. Özellikle 2015 ve 2016 yıllarında terör örgütleri tarafından çeşitli illerde birbiri ardınca yapılan bombalı saldırılar yerel halkın bu psikolojiye girmesinde etkili olmuş ve bazı kesimler tarafından Suriyeli sığınmacılar suçlanmıştır. Bu süreçte toplumun bazı kesimlerinde Suriyelilerin genel asayişi bozduğu yönünde bir söylenti oluşmuş fakat adli verilere bakıldığında bunun ciddi bir karşılığı olmadığı görülmüştür. Sığınmacıların sanık olarak bulunduğu vaka sayısı son derece düşük olmuş, hatta birçok davada davacı konumunda olmuşlardır.

Bu süreç içerisinde toplumların bütünleşmesinin önündeki en önemli engel Suriyeli sığınmacıların kenar mahallelerde kümelenerek bir arada yaşamaları olmuştur. Bu durum iki toplumun birbiriyle kaynaşmasını geciktirmiş ve iki toplum içerisindeki bazı şahısların diğer toplumdan herhangi bir şahısla yaşamış olduğu bireysel nitelikteki olumsuzluklar, söylentiler yoluyla halklar arasında abartılarak yayılmış ve iki toplum tarafından da diğer toplumun tümüne mal edilerek ayrışmalara zemin hazırlamıştır.

Suriyeli Sığınmacıların Temel Hizmetler Üzerindeki Etkileri

Sığınmacıların yarattığı ani göç dalgasının sonucunda özellikle sınır illerinde yaşanan ani nüfus artışı vatandaşların temel hizmetlere ulaşmasında sıkıntılara neden olmuştur. Belediyelerin bütçeleri ani nüfus artışından kaynaklanan giderleri karşılamaya yetmemiş ve göçten önceki nüfusa göre tasarlanan hizmet planlamaları ani nüfus artışı dolayısıyla hükümsüz kalmıştır. Göç hareketlerinin ilk dönemlerinde özellikle sınır illerinde toplanan Suriyelilerden dolayı en ciddi sıkıntılar bu illerde görülmüştür. Öyle ki bazı illerin devlet hastaneleri % 40’lara varan oranlarda sığınmacılara hizmet vermek durumunda kalmış ve yerel halk sağlık hizmetlerine ulaşmada sıkıntı yaşamıştır (Karadoğan, 2017).

2015 Sonrası Suriye’li Sığınmacıların Genel Durumu

2015 sonrasında Suriyeli sığınmacılara Türk halkı alışmış ve eski uyumsuzluk nispeten daha da azalmıştır. 2016 yılında 15 Temmuz darbe girişimi ile Suriyeli sığınmacılar gündemin gerisinde kalmıştır.  Darbe girişiminin ardından  Türkiye hemen Fırat Kalkanı Operasyonu, 2018’de Zeytindalı Harekatı, 2019’da Barış Pınarı Harekatı’nı gerçekleştirerek Suriye’nin kuzeyinde bir terör koridorunun oluşumunu engellemeyi amaçlamış; ayrıca güvenlik hattı oluşturarak bu bölgeye Suriyeli sığınmacıları yerleştirmeyi planlamıştır. Nitekim bu operasyonlardan sonra Suriye’ye dönen sığınmacıların sayısı 290.000 civarında olduğu söylenmektedir. Bu dönemde Avrupa’dan sığınmacılar için fon desteği bekleyen Türkiye, yeterli desteği alamayınca Avrupa’ya  sınır kapılarını açarak politik bir hamle yapmıştır.

Sonuç

Suriyeli sığınmacı sayısı resmi rakamlarda 4 milyonu aşmıştır. Sığınmacıların ekonomik etkisi az bir rakam değildir. Yurt dışından yapılan yardımlar ne kadar gelse de belli bir noktada yetmemeye başlamaktadır. Bu açıdan bakıldığında yapılacak olan yardımların hangi ülkelere, ne şekilde, ne kadar yardım gönderilmesini belirleyecek bir yapının oluşması gerekmektedir. Çünkü şuan ki yapı bu ihtiyacı karşılamakta aciz kalmaktadır.

Bir diğer mesele sığınmacıların hukuki statüsünü tekrardan gözden geçirilmesi gerektedir. Bazı ülkelerde hala sığınmacılara ilişkin net bir yasa çıkarılmadı ve bu sebeple Suriyeli sığınmacılar iyice zor koşullar altında yaşamak durumunda kalmaktadır. Hiç değilse adı belli olsun.

Bir diğer mesele ve en önemlilerinden biri diyebileceğimiz toplumsal kabul ve uyumdur. Yerli halkı ve sığınmacıları kaynaştırmak birbirlerinin kültürlerini tanımları için devlet aracılığıyla imkânlar sağlanmalı bu doğrultuda birbirlerini tanıma imkânı bulmaları gerekmektedir. Çünkü bu iç savaş kısa vadede bitecekmiş gibi görünmemektedir. Birbirinin kültür ve değerlerini ne kadar iyi bilinirse nelere dikkat edilmesi iyi anlaşılmış olur.

Değinmemiz gereken bir diğer mesele eğitimdir. Eğitim göremediği için eksik kalmış bir nesil yetişiyor. Bu nesil ilerde halkı oluşturacak. İyi bir eğitim alamazlarsa ülkelerin gelişmesini beklemek yanlış olur. Bir ülkeyi geliştirecek iki kolon vardır. Birincisi eğitim ikinci ekonomidir. Eğitimin olduğu yerde ekonomide düzelir. Bunun için eğitim birinci plandadır. Bir devleti yok etmek istiyorsanız o devletin geçleriyle başlamalısınız. Bir devleti kalkındırmak istiyorsanız yine o devletin gençlerini eğitmelisiniz. Bunun için sığınmacıların eğitimi önem arz etmektedir. Bu gençler ileride Türkiye’de verilmiş eğitimden dolayı bir yerlere gelmeleri durumunda nerede eğitim gördüğünü unutmazlar.

Kaynakça

Aksu, B. (2011). Beşar Esad döneminde Türkiye Suriye İlişkilerindeki değişim (Yüksek lisans tezi, Kadir Has Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler ve Küreselleşme Ana Bilim Dalı, İstanbul)

Ataman, M. (2012). Suriye’de İktidar Mücadelesi: Baas Rejimi, Toplumsal Talepler ve Uluslararası Toplum. SETA Rapor, 1-58.

Avrupa Birliğinin Suriyeliler İçin Türkiye’ye Ödediği Para. (2020, 3 4). 12 17, 2020 tarihinde Mülteciler Derneği: https://multeciler.org.tr/avrupa-birliginin-suriyeliler-icin-turkiyeye-odedigi-para/ adresinden alındı

Aymalı, Ö. (2012, 06 27). Suriye devleti nasıl kuruldu? Son Devir: https://sondevir.gaste24.com/arsiv/suriye-devleti-nasil-kuruldu-h78499.html adresinden alındı

Çok oluyorsunuz! (2014, 10 7). 12 17, 2020 tarihinde Yeni Şafak: https://www.yenisafak.com/politika/cok-oluyorsunuz!-690612 adresinden alındı

Davutoğlu’ndan tampon bölge işareti. (2012, 7 31). 12 17, 2020 tarihinde CNNTÜRK: https://www.cnnturk.com/2012/guncel/07/31/davutoglundan.tampon.bolge.isareti/670982.0/index.html adresinden alındı

Erdoğan: Sığınmacılar için harcadığımız para. (2019, 12 17). 12 17, 2020 tarihinde BİRGÜN: https://www.birgun.net/haber/erdogan-siginmacilar-icin-harcadigimiz-para-40-milyar-dolari-asmis-durumda-280421 adresinden alındı

Ergül, C. (2017, 12 5). Suriyeliler için harcanan toplam maliyet. 12 17, 2020 tarihinde AA: https://www.aa.com.tr/tr/ekonomi/basbakan-yardimcisi-akdag-suriyeliler-icin-harcanan-toplam-maliyet-84-milyar-880-milyon-lira/990509 adresinden alındı

Geçici Koruma Yönetmeliği. (2014). Resmi Gazete, 1-18. https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2014/10/20141022-15-1.pdf adresinden alındı

Girit, S. (2019, 1 3). Türkiye’deki Suriyeliler. 12 17, 2020 tarihinde BBC NEWS: https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-46744287 adresinden alındı

Kambur, E. T. (2012). Emperyalizm Oyununda İkinci Perde: Arap Baharı ve Suriye. B. Adıbelli (Dü.) içinde, 2002’den Arap Baharına Türkiye Suriye İlişkileri (s. 155). İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık.

Karadoğan, T. (2017, Nisan 19). Suriyeli Mültecilerin Sağlık Hizmetlerine Erişimi. İNSAMER: https://insamer.com/tr/suriyeli-multecilerin-saglik-hizmetlerine-erisimi_657.html adresinden alındı

Kayıtlı Suriyeli Mülteciler. (2020, 12 31). UNHCR: https://data2.unhcr.org/en/situations/syria/location/113 adresinden alındı

Kirişci, K. (2014). MİSAFİRLİĞİN ÖTESİNE GEÇERKEN TÜRKİYE’NİN “SURİYELİ MÜLTECİLER” SINAVI. BROOKINGS, 37.

Suriye devleti nasıl kuruldu? Esed dönemi nasıl başladı ? (2020, 2 14). Dünya Bülteni: https://www.dunyabulteni.net/olaylar/suriye-devleti-nasil-kuruldu-esed-donemi-nasil-basladi-h215973.html adresinden alındı

Suriye iç savaşı 9. yılına girdi. (2019, 03 14). 12 17, 2020 tarihinde AA: https://www.aa.com.tr/tr/dunya/suriye-ic-savasi-9-yilina-girdi/1417715#:~:text=Rapora%20g%C3%B6re%2C%20en%20az%2013,az%20921%20sivil%20ya%C5%9Fam%C4%B1n%C4%B1%20yitirdi adresinden alındı

Suriye iç savaşında 7 yılda 511 bin insan öldü. (2018, 3 12). 12 17, 2020 tarihinde NTV Haber: https://www.ntv.com.tr/dunya/suriye-ic-savasinda-7-yilda-511-bin-insan-oldu,A4Pw3RsrT0KVF8ZHbo5EMw adresinden alındı

Türkiye’deki Suriyeli sayısı belirlendi. (2015, 8 13). 12 17, 2020 tarihinde SÖZCÜ: https://www.sozcu.com.tr/2015/gunun-icinden/turkiyedeki-suriyeli-sayisi-belirlendi-908673/?utm_source=dahafazla_haber&utm_medium=free&utm_campaign=dahafazlahaber adresinden alındı

Türkiye’de Suriyeli mülteci sayısı 1.9 milyon… (2014, 12 30). 12 17, 2020 tarihinde CNN TÜRK: https://www.cnnturk.com/haber/turkiye/turkiyede-suriyeli-multeci-sayisi-1-9-milyon#:~:text=Suriye%20%C4%B0nsan%20Haklar%C4%B1%20%C3%96rg%C3%BCt%C3%BC%202014,say%C4%B1s%C4%B1%20da%207%20milyonu%20ge%C3%A7ti adresinden alındı

Türkiyedeki Suriyeli Sayısı Aralık 2020. (2020, Aralık 23). Aralık 27, 2020 tarihinde Mülteciler Derneği: https://multeciler.org.tr/turkiyedeki-suriyeli-sayisi/ adresinden alındı

Türkiyedeki Suriyeli Sayısı Aralık 2020. (2020, 12 23). 1 3, 2020 tarihinde Mülteciler Derneği: https://multeciler.org.tr/turkiyedeki-suriyeli-sayisi/ adresinden alındı

Türkiye’den Avrupa’ya gidenlerin sayısı 80 bini aştı. (2020, 1 3). 1 5, 2020 tarihinde Milliyet: https://www.milliyet.com.tr/siyaset/son-dakika-iletisim-baskani-altun-acikladi-turkiyeden-avrupaya-gidenlerin-sayisi-80-bini-asti-6155929 adresinden alındı