Soğuk Savaş’ın Ortaya Çıkışı ve Güvenlik Algısı

Soğuk Savaş, II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden 1991 yılında Sovyetler’ in yıkılmasına kadar olan süreçte karşımıza çıkan güç dengesi mücadeleleri dönemine verilen isimdir. Soğuk Savaş dönemi, ABD ve Sovyet Rusya gibi iki büyük gücün kendi çıkarları ve güçleri uğruna yeryüzünü satranç tahtası gibi işledikleri bir dönemdir. Bu dönem dünya tarihinde daha önce alışılagelmemiş olaylara tanıklık edilen bir dönemdi. 1949 senesinde Washington’ da bir evde güne başladığınızı ve uyanır uyanmaz yaptığınız sabah kahvaltısı sırasında okuduğunuz gazetede Sovyetler’ in atom bombası deneyinin fotoğraflarını gördüğünüzü hayal edin. Pek de sıradan bir olaymış gibi durmuyor değil mi? Nükleer savaş korkusunun boy gösterdiği bu dönemin dünya siyasetinde ABD ve Sovyet Rusya gibi iki süper güç arasındaki güç dengesi mücadelelerine tanık olduk. Peki, Soğuk Savaş olarak adlandırdığımız bu güç mücadeleleri dönemi nasıl ortaya çıktı? Bu dönemin uluslararası siyasetinde hakim olan güvenlik kaygıları nelerdi? Bu kısa yazımda tüm bu sorulara sırasıyla cevap vermeye çalışacağım.

Soğuk Savaş’ın Başlaması Ve NATO’nun Kuruluşu

Aslında, Soğuk Savaş ve II. Dünya Savaşı dönemlerinden önceki zamanlarda da dünya siyasetinde Rus-Amerikan güvensizliğinin örneklerini bir nebze görebiliriz. 19. Yüzyılın sonlarında ABD’nin tüm Kuzey Amerika bölgesinde kontrolü sağladıktan sonra yüzünü Pasifik’e ve Çin’e dönmesi, aynı zamanda o sıralarda Sibirya ve Mançurya’ ya doğru genişleyen Rusya’nın o bölgedeki güç mücadelesi bu iki büyük devleti karşı karşıya getirmişti. Nitekim o zamanlarda bu iki devlet arasında Soğuk Savaş zamanlarında olduğu gibi bir çatışma ortamı oluşmamıştı. Yalnız, gücü azalan Rus Çarlığı’ nın yıkıldıktan sonra yerine sosyalist bir Rusya’nın kurulması ve ortaya çıkan yeni sosyalist devletin ‘‘dünya devrimi’’ iddiasıyla  harekete geçmesi, Avrupa kıtasında Amerikan çıkarlarının tehlikeye girmesi açısından bir korku yarattı. Batı devletleri her ne kadar yeni ortaya çıkan bu sosyalist oluşumu bastırmak ve yok etmek için müdahalelerde bulunsalar da bunda başarılı olamadılar. Sosyalist Rusya kurulduktan sonra Amerikan başkanı Wilson, Sovyet rejimine karşı ‘‘tanımama’’ politikası yürüttü. Bu durum II. Dünya Savaşı sırasında devam etmedi ve ABD ile İngiltere gibi Batılı devletler Sovyet Rusya ile birlikte Hitler’e karşı  ortak hareket etme ve işbirliği yoluna girdiler. Peki II. Dünya Savaşı’nda var olan ABD, İngiltere ve Sovyet Rusya ortaklığı nasıl değişimlere uğradı ve bozuldu?

II. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’da batıda Amerikan işgal bölgesinde ve doğuda da Sovyet işgal bölgesinde olmak üzere iki ayrı hükümet kuruldu. Böylece, Churchill’in ‘‘sınırlarımıza ‘Demir Perde’ inmiştir, bunun arkasında ne olduğunu bilemiyoruz’’ sözünde bahsettiği Demir Perde’nin iki ayrı tarafındaki siyasal ayrım artık belirginleşmeye başlamıştı. Bununla birlikte, II. Dünya Savaşı boyunca Doğu Avrupa ülkelerinde Naziler’ e karşı mücadele veren kesim çoğunlukla işçiler ve köylülerdi. Bu durum, II. Dünya Savaşı sonrasında Doğu Avrupa’da köklü ekonomik reformlar yapma iddialarıyla harekete geçen aşırı sol ve sosyalist partilerin yükselişinin ve Doğu Avrupa’ da komünizmin yayılmasın sebeplerinden biri oldu. Sovyet Rusya, savaştan sonra Avrupa’ya hem siyasi olarak hem de ideolojik olarak yayılmaya başlamıştı. Bu durum, bölgede büyük ekonomik çıkarları olan ABD’yi artık tedirgin etmeye başlamıştı. Savaş sırasında ve sonrasında Avrupa’nın büyük devletleri ekonomik sıkıntılar içine düşmüşken, ABD savaş sonrası dönemde liberal ve ekonomik bir büyük güç olarak ortaya çıkmıştı.

Amerikan Dışişleri Bakanı John F. Byrnes Japonya’nın tesliminden sonra yaptığı bir konuşmasında, ”ABD’nin sahip olduğu ekonomik gücün dünya siyasetini şekillendirmede önemli bir rol oynayacağını ve dünya üzerinde ABD’nin siyasi ve ekonomik çıkarlarıyla çatışan ülkelerin olduğunu veya olacağını” belirtmişti. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Amerikan dış politikasının dayandığı noktalardan biri, büyüyen ekonomik bir güç olarak ABD’nin savaştan ekonomik sıkıntılarla çıkan Avrupa’yı kalkındırma ve dünya ekonomisini istediği şekilde biçimlendirmeye başlamasıdır. ABD’nin ve Sovyet Rusya’nın savaş sonrası dünya siyasetindeki bu davranışları, Batı ve Sovyet Rusya arasında savaş dönemindeki ortaklığın bozulmasına ve hem Avrupa’ da hem de dünyanın diğer bölgelerinde (Uzakdoğu’ da Kore sorunu ve Çin gibi) ABD ile Sovyet Rusya arasında yaklaşık yarım asır sürecek bir güç mücadeleleri dönemi, yani Soğuk Savaş döneminin başlamasına neden olmuştur.

Bilindiği üzere, II. Dünya Savaşı’nda doğuda önemli bir güç olan Japonya’nın savaşın sona ermesiyle yenilmesi, aynı zamanda savaş sonrasında batıda Almanya’nın parçalanması ve diğer Avrupa devletlerinin ekonomik sıkıntılar içine girmesi, hem batıda hem de doğuda bir güç boşluğu yarattı. Sovyet Rusya bu güç boşluğundan yararlanarak yayılmaya başladı. Macaristan, Bulgaristan, Romanya ve Polonya gibi ülkelerde komünist hükümetler kurulmaya başlandı. Romanya, Finlandiya, Doğu Almanya ve Çekoslovakya gibi yerler de Sovyet işgaline uğramaya başladı. Bunlarla bitlikte, Berlin’in Sovyetler tarafından ablukaya alınması ve Prag Darbesi gibi olaylar Batı için büyük bir güvenlik sorununun ortaya çıkmasına sebep oldu. Uluslararası siyasette bu güvenlik sorununa karşı önlem almak adına, Belçika, Fransa, Lüksemburg, Hollanda ve İngiltere gibi ülkeler bir araya gelip 17 Mart 1948’ de Brüksel Antlaşması’nı imzaladılar.

Bu antlaşma kapsamında, Sovyetler tehdidine karşı bu ülkeler Batı Birliği Savunma Örgütü’ nü kurdular. Bununla birlikte, Batı Avrupa ülkelerinin kendi aralarında yaptığı ittifaka ABD’de katılmak istiyordu. Böylece ABD Avrupa’nın ve dünyanın güvenliğinin sağlanmasında öncü bir rol oynayacak, aynı zamanda yeryüzünün farklı yerlerindeki çıkarlarını daha iyi koruyabilecekti. Ayrıca, Batı Avrupa ülkelerinin yaptıkları ittifakın arkasında ABD desteğini görmeleri, bu ittifakı oluşturan devletler için hayati bir önem taşıyordu. Bu amacı gerçekleştirmek için 15 Mart 1949’ da ABD, Kanada, Danimarka, İzlanda, İtalya, Norveç ve Portekiz gibi ülkeler bu Brüksel Anlaşması’nı imzalamaya davet edildiler ve 4 Nisan 1949 tarihinde de Kuzey Atlantik İttifak Anlaşması (Washington Anlaşması) 12 devlet tarafından imzalandı. Böylece NATO kurularak Soğuk Savaş döneminin Batı Bloğu ortaya çıkmış oldu.

Soğuk Savaş Döneminde Güvenlik Siyaseti

Soğuk Savaş döneminde uygulanan güvenlik politikaları arasında en bilineni Çevreleme Politikası’ dır (Containment Policy). ABD tarafından uygulanan bu stratejinin kökleri,  Amerikalı diplomat George Kennan’ın 1946 yılında Moskova’dan Washington’a gönderdiği ‘‘Uzun Telgraf’’ olarak  bilinen yazışmalara dayanır. Bu mektuptan bir yıl sonra, 1947 yılında Foreign Affairs dergisinde ‘‘X’’ imzası ile birlikte “Sources of Soviet Conduct” (Sovyet Tutumunun Kaynakları) adında bir yazı paylaşıldı. Kimi çevrelere göre bu yazı, Kennan’ın bir sene önce Moskova’ dan gönderdiği ‘‘ Uzun Telgraf ’’ adıyla bilinen mektubun biraz daha genişletilmiş haliydi. Bu yazının yayınlanmasıyla birlikte ABD’nin Sovyetler’ e karşı uygulamaya başlayacağı Çevreleme Politikasının ana hatları daha net bir şekilde belirlenmiş oldu. Kennan’a göre Sovyetler sisteminin ayakta kalabilmesi ve yaşamını sürdürebilmesi için yayılmaya ihtiyacı vardı. Eğer Sovyetler’ in bu yayılmacılığı engellenirse Sovyetler kendi ayakları üzerinde duramayacaktı. Çevreleme Politikası’nın gerekliliği buna dayanıyordu. Bu sebeple ABD ve NATO Sovyetler’ i yeryüzünde belli sınırlar içerisinde tutmaya çalıştılar.

Soğuk Savaş dönemi güç mücadelelerinde ‘‘güvenlik ikilemi’’ kavramının etkisini de devamlı görmekteyiz. Basitçe, devletlerin kendi güvenliklerini sağlamak istemelerinin sebebi, onlara karşı herhangi bir tehdidin var olduğuna inanmalarıdır. Kendilerini bir tehlike karşısında güvensiz hisseden devletler, güvenliklerini sağlama amacıyla silahlanma yoluna başvururlar. Fakat bu silahlanma başka devletler tarafından da bir tehdit unsuru olarak algılanır. Çünkü karar alıcıların çoğu arasında yaygın olan bir düşünceye göre, uluslararası ilişkiler doğası gereği anarşik bir yapıya sahiptir. Karar alıcılar, diğer devletlerin hamlelerini değerlendirirken olabilecek en kötü sonuçları düşünürler ve diğer devletlerin hamlelerini buna göre yorumlarlar. Tüm bunlar karar alıcılar için bir ‘‘güvenlik ikilemi’’ oluşturur. Soğuk Savaş döneminin ‘‘güç dengesi’’ siyasetinde karar alıcıların güvenlik ikilemlerini bariz bir şekilde görmekteyiz.

ABD, Soğuk Savaş’ın başlarında dünya üzerindeki tek nükleer güç olarak karşımıza çıkıyordu. Nükleer silahların diğer devletler için ‘‘caydırıcı’’ bir güç olacağını düşünüyorlardı; ta ki 1949’ da Sovyetler ilk atom bombası denemesini başarıyla tamamlayana kadar. Artık ABD sahip olduğu nükleer güç tekelini elinden kaybetmişti ve güçler bir nevi eşitlenmişti. Bununla birlikte, ABD nükleer saldırı  konusunda ‘‘ilk vuruş’’ kapasitesine hala sahipti. O zamanlar Avrupa’ da konuşlandırılmış bir çok Amerikan bombardıman uçağı vardı ve bu uçakların çoğu son  teknoloji ile donatılmıştı. ABD için Sovyetler’ i nükleer silahla vurmak çok kolaydı. Fakat bu durum da çok uzun sürmedi. Sovyet Rusya uzaya Sputnik uydusunu fırlatarak hem uzay yarışında öne geçmiş oldu hem de nükleer silah kullanımında ‘‘ilk vuruş’’ kapasitesini ABD’nin elinden almış oldu. Başka bir deyişle, güç tekrardan eşitlenmiş oldu.

Sonuç

İnsan hayatının devamlılığı için sağlanması gereken bir takım temel ihtiyaçlar vardır. Yemek ihtiyacı ve barınma ihtiyacı gibi kendi güvenliğini sağlama ihtiyacı da insanın varoluşu için hayati bir önem taşır. Zamanla gelişen teknoloji ve güncel zamanın değişen kaygılarıyla birlikte güvenliğin tanımlanması da sürekli değişmiştir. Zamanın ‘‘Sovyet yayılmacılığını önlemek’’ olarak tanımlanan güvenlik kaygısı yerini, Sovyetler’ in çöküşü ve küreselleşmeyle birlikte ortaya çıkan aşırı milliyetçilik, uluslararası terörizm ve radikalleşme gibi kavramlara bıraktı. 21. yüzyılda içinde yaşadığımız internet çağıyla ve son bir senedir yaşadığımız pandemiyle birlikte bu güvenlik algısı yeniden değişmiş ve yerini salgın hastalık tehdidi ve siber güvenlik gibi meselelere bırakmıştır. İnsanın varoluşu devam ettiği sürece insanın güvenliği kaygısı da devam edecektir ve zamanın şartlarına göre sürekli değişime uğrayarak güncelliğini koruyacaktır.

Kaynakça

  1. Sander, Oral, Siyasi Tarih, 1918-1994, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 1989, s.201-267
  2. Balta, E. (Ed.). Küresel Siyasete Giriş: Uluslararası İlişkilerde Kavramlar, Teoriler, Süreçler (Vol. 340), İstanbul, İletişim Yayınları, 2014, s.283-289
  3. Özcan, Gencer, “Çevreleme Politikası”, Güvenlik Yazıları Serisi, No.41, Kasım 2019
  4. Çelikpala, Mitat, “Güvenlik İkilemi”, Güvenlik Yazıları Serisi, No.48, Kasım 2019
  5. Gül, Murat. (2015). Kuruluşundan 21. Yüzyıla: 1990’larda NATO’da Devamlılık ve Dönüşüm. Akademik İncelemeler Dergisi, 10(1), 247-265.
  6. Ataç, Kaan Kutlu, “Soğuk Savaş”, Güvenlik Yazıları Serisi, No.35, Kasım 2019.
  7. Oğuzlu, Tarık, “NATO ve Yeni Dünya Düzeni”, Güvenlik Yazıları Serisi, No.20