Sabahattin Ali / Kürk Mantolu Madonna’ da Raif Efendi Karakteri Kurgusu

Sabahattin Ali’nin şiirlerinde gördüğümüz sevgiliye hayranlık konusunu kuşkusuz romanlarında da görmekteyiz.

 

Raif Efendi, aile içinde mutsuz, anlaşılmayan bir kişidir. Kalabalık bir ev nüfusu içinde neredeyse bütün ayak işleri ve sorumluluklar onun üzerindedir. Bir gün çok  hastalanır ve bu hayatta  kısa bir vakti kaldığını öğrenir. Samimiyetini hissettiği  iş arkadaşına geçmiş maceralarını- yaşanmışlık da diyebiliriz-  yazdığı defterini yakmasını isteyecektir. İşte o defterde Raif Efendi mevcudiyetini hissettiği bir hayat yaşamıştır:

 

Kürk Mantolu Madonna eserinde Raif karakterinin hayran olduğu portre tablosunu betimlemesi dikkat çeker. Muhteşem bir kurgu, akıcılık ve bir bütün halinde okuduğumuz romanda konu, insan ilişkileri, sevgi ve hayattır. Yazar, insan ilişkilerinin ne kadar üstünkörü olduğunu şu şekilde anlatır:

 

“İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rasgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar.”  

 

Karşılıklı iletişimde yaşanan zorluklar gösteriyor ki bireyler kendi içlerine dönmeye ve zamanla yalnızlaşmaya hatta “bencilleşmeye” varmaktadır. 

Şununla devam ederek adeta günümüz bireyselciliğini açıklamamıza yardım eder: 

 

“Gerçi etrafları tarafından anlaşılamayan, haklarında daima yanlış hükümler verilen insanların zamanla bu yalnızlıklarından bir gurur ve acı bir zevk duymaya başladıklarını biliyordum, fakat hiçbir zaman etrafın bu hareketini haklı bulacaklarını tasavvur edemiyordum.” 

 

Babası Raif Efendi’yi  sabun fabrikasını işletmesi için Almanya’ya işi öğrenmeye gönderir. Almanya’da bir müzede “Kürk Mantolu Madonna” tablosunu hayranlıkla ve pür dikkat inceler. Bu eserin sahibinin aynı zamanda bu tabloyu çizen kişi olduğunu öğrenir. Artık her gün bu müzeye gelir ve eseri ilk günkü heyecanıyla inceler. Olayın garip kısmı ise, Maria Puder yanına geldiğinde onu tanımamasıdır.  

 

Raif Efendi karakteri, kendisini şu şekilde tanımlar: “Zaten küçükten beri hakikatten ziyade hayal dünyasında yaşayan sessiz bir çocuktum. Tabiatımda manasız denilecek kadar ileri giden bir çekingenlik vardı ki, çok kere etrafım tarafından yanlış anlaşılmama, aptal yerine konmama sebep olur ve beni üzerdi. Hiçbir şey beni, hakkımdaki bir kanaati düzeltmek mecburiyeti kadar korkutmazdı.”  

Kendisini dış dünyadan bu derece soyutlayan bir karakterin, hayranlıkla başlayan “sevmek” duygusuyla birlikte var ettiğini görmekteyiz: 

“Bir ruh, ancak benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum görmeden, meydana çıkıyordu… Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya, – ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk.” 

 

 Raif Efendi artık mevcut olmanın tadındadır ve hayatını zevk ile yaşamaktadır. Maria Puder ile zamanla arkadaş olup iyi vakit geçirmesiyle birlikte, Maria da kabullenemediği, – tıpkı Raif Efendi’nin hayatında olan herkes gibi onu bir kadın kişiliğine benzetir- inkar ettiği sevgisini zamanla kabul eder. Ruhlarını apaçık birbirlerinin önüne sererler.   

 

Tüm bunlar yaşandıktan sonra Raif Efendi’nin kendini mutlu hissetmediği bir yerde, onu hiç anlamayan insanlarla yaşaması, onu kendi içine yönelmeye itmiş, hayatını üstünkörü yaşamasına sebep olmuştur.