Ranke ve 19. yy. Tarihçiliğinin Türkiye’ye Etkisi

Batı Avrupa’da tarihçilikte yaşanan değişimler Osmanlı tarihçiliğinin esas alarak II.Meşrutiyet döneminde yansımaya başlamıştır. Aslında Tanzimat’tan itibaren Osmanlı tarihçiliğinde önemli gelişmeler meydana geldi. Ahmet Cevdet Paşa gibi bazı tarihçiler klasik Osmanlı vakanüvistliğinin ötesinde eserlerin birinci el tarihi belgeleri eleştirel bir incelemeden geçirerek kullandılar. Batılı tarihçilerin Osmanlı tarihçiliği üzerindeki etkisi artmaya başladı. Ancak 19.yüzyılda, Batılı tarihçilerin ürettikleri tarihsel bilgiler ve siyasi yaklaşımlar çeviri ve uyarlamalar yoluyla Osmanlı tarihçiliğine yansısa da Avrupa’da gelişen yeni tarih yöntemlerini uygulayan özgün metodolojik ilke ve kurallara riayet edilerek bir bilimsel faaliyet olarak algılanmasına ve Batıda geliştirilen tarih araştırma metodolojisinin uygulanmasına yönelik çabalar 1910 yılında başladı. Bu dönemin en önemli tarih ders kitabı yazarlarından Ali Reşat bu hususta şunları söylemektedir. «Önceleri tarih edebiyata dahildi. Şimdi ise bir ilimdir. Ancak bu ilimin kendine has yöntemlerine riayet edilmesi şartıyla yazılan eserlere tarih denebilir

Türk tarihçiliğindeki değişim Cumhuriyet döneminde hızlanarak devam etmiştir. Bir yandan Darülfünun ’un devamı olan İstanbul Üniversitesi ve 1935 yılında Ankara’da kurulan Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde akademik tarih eğitimi, araştırmaları ve gelişmesini sürdürmüştür. Öte yandan Cumhuriyet kendi tarih kurumlarını inşa etmiştir. Bu bağlamda 1931 yılında Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kuruldu ve bu kurum 1935 yılında Türk Tarih Kurumu adını aldı. Fuat Köprülü yönetiminde çıkarılan Milli Tetebbular Dergisi kısa bir süre yayınlansa da akademik tarihçiliğin gelişimi açısından önemlidir.[1]

19.yüzyıl tarihçiliğine bir göz attıktan sonra Türkiye’de Ranke’nin etkisi hakkında bir değerlendirme için Melek Fırat’ın “Tarih Üzerine” yazısından bir kısım aktarıyoruz: “Cumhuriyet dönemi Türk tarihçiliğinin kurucu babası Fuat Köprülü’dür. Köprülü,  Ömer Lütfü Barkan, Mustafa Akdağ ve Halil İnalcık çizgisiyle Annales Okulu’yla tanışmış bir tarih damarımız bulunuyor. Üstelik bu tanışıklık çok erken tarihlere rastlar… 1930’larda Fuat Köprülü Paris’e gider ve Annales’den çok etkilenerek Türkiye’ye döner. Daha sonra Barkan çok daha uzun süre Braudel ile çalışır. Braudel’in bütün Akdeniz ülkelerinden topladığı tarihçiler grubu içinde yer alır. Ama Türkiye’deki tarihçiliğe baktığımız zaman, genel olarak kurucu babaların tarih anlayışından çok Ranke’nin bir tarih anlayışının egemen olduğunu görürüz. 19. Yüzyıldan bir kopuş söz konusu değildir. Bunun bir nedeni daha kolay bir tarihçiliğe olanak tanımasıdır. Şimdi eğer siz Annales Okulu tarihçiliği yapmak isterseniz, bu çok ciddi bir yükün altına girmek demektir. Ekip gerektiren çalışmalar yapmak, birçok disiplin hakkında bilgi sahibi olmak, yapısal analizlerde bulunmak demektir. Ama daha önemli bir nedenin siyasal olduğunu düşünüyorum. 1930’larda Annales Okulu ile tanışılmış olsa da aynı dönemde bir ulus-devlet kuruluyordu ve bütün ulus devletlerin kuruluşunda olduğu gibi o ulus devlet kendi resmi ideolojisinin dayatacağı bir tarihi, siyasi tarihi tercih etti. Ancak Ranke’nin bir siyasi tarih anlayışıyla resmî ideoloji dayatılabilirdi.[2] Cemal Kafadar’da bir yazısında “nasıl olmuşsa öyle yazmak” “Ranke’nin anlayışını Türkiye’de birçok tarih ekolünün takip ettiğini söyleyebiliriz[3] diye açıklamıştır.

Ranke’nin Türkiye’ye etkisini Akdes Nimet Kurat örneği ile tamamlıyoruz.

Tarihin kendine özgü bir disiplin haline gelmesinde Alman tarihçi Ranke’nin büyük bir etkisi olmuştur. Ranke için belge vazgeçilmez olup belge yoksa tarih de yoktur. Tarihçi, gerçeği belgelerde aramalı ve onu çıkarmalıdır. Gerçek belgelerde saklı olup onların kritik edilmesiyle ortaya çıkmaktadır. Ranke’deki bu özellik Kurat’ta da karşımıza çıkmaktadır. Tarih araştırmalarında kaynaklar hususuna önem veren Kurat, Türk tarihi hakkında doğru bilgi edinmek için ana kaynak ve orijinal vesikalardan yararlanarak bu yolla eserler yazılması gerektiğini ve yazılacak eserlerin de rastgele değil, ilmi metotlar çerçevesinde hazırlanmasını vurgulamıştır. Bu bağlamda, çalıştığı konular hakkındaki eserleri ve arşiv belgelerini görmek için belgelerin olduğu her yere gitmiş, öğrencilerini de bu konuda teşvik etmiştir. Pek çok kez öğrenci gruplarının başında İstanbul’a gitmiş, onlara müzeleri, kütüphaneleri ve arşivleri tanıtmış, belgelerden yararlanmanın metotlarını da kısaca anlatmıştır.

Milli tarih, bütün milletlerde olan tabii bir durumdur. Ranke’nin de belirttiği gibi milletlerde milli tarihin oluş seyri farklı gibi gözükse de her milletin tarihinde umumi durumla ilgili bir taraf kendini belli etmektedir. Kurat da “milli tarih” üzerinde özellikle durmuş, gençlerin milli tarih anlayışı içerisinde yetiştirilmesi gerektiğini vurgulamış, milli tarihi bilme ve onun değerini kavrama zorunluluğundan bahsetmiştir.[4]

Kaynakça

[1] İbrahim Hakkı Öztürk, “Bilimsel (Modern) Tarihten Parçalanmış(Postmodern) Tarihe”, Tarih Nasıl Yazılır?,(Ed. Ahmet Şimşek), İstanbul 2011, s. 48-52.

[2] Melek Fırat, “Tarih Üzerine”, http://mulkiye.org.tr/index.php?page=sayfa&id=136&tur=5, alınan tarih ve saat: 15.03. 2014, 13:43.

[3] Cemal Kafadar, “Dünya tarihçiliğinde yeni gelişmeler ve Osmanlı tarihçiliği”, http://www.fatih.edu.tr/~ayasar/HIST404/kafadar.pdf, alınan tarih ve saat: 15.03.2014, 13:43.

[4] Ahmet Vurgun, Mehmet Avaroğulları, “Akdes Nimet Kurat, Tarihçilik ve Tarih Öğretimi”,

Türk Tarih Eğitimi Dergisi, 2012: 1 (1), s.119.