Mithat Paşa

Osmanlı Devleti’nin toplumsal yapısı, 15. ve 16. yüzyıllardan sonra ülkenin Avrupalı diğer devletler karşısında öncelikle askeri olmak üzere ekonomik ve siyasal bir dizi alanda giderek irtifa kaybetmesi nedeniyle ciddi sarsıntılar geçirmiştir. Özellikle Sanayi Devrimi ve tarımın dahi makineleşmesi gibi nedenlerle halkın durumu, Osmanlı Devleti’nin Avrupalı devletlere nazaran gerileme hızından daha hızlı bir şekilde bozulmaya başlamıştır. 1840’lardaki Osmanlı, bir kriz ve değişme dönemindeydi. Ülkenin gelişmemiş ilkel tanım düzeni ve zanaatlara dayalı iktisadi yapısı sanayi imparatorluklarının yayılma hırsıyla karşı karşıya gelmişti (Ortaylı, 1987, s. 89).

Benzer koşullar altında Avrupalı halkların davranışları Fransız İhtilali gibi aşağından yukarıya doğru olurken, Osmanlı toplumunda bu gibi davranışlar reaya tarafından değil özellikle III. Selim ve II. Mahmut ile birlikte yukarıdan aşağıya doğru gerçekleşmiştir. Bunda hiç kuşkusuz en önemli neden Osmanlı toplum yapısının, Avrupa’daki sınıf yapısından farklı olmasıdır. Sözgelimi sarraflar, tüccarlar ve mültezimler, Avrupa’dakinin aksine Osmanlı devlet sistemi içerisinde yönetici sınıf içerisine girmemiş, reaya sınıfının içerisinde yönetilen unsurlar olarak değerlendirilmişlerdir (Timur, 1994, s. 256). Bu yüzden de Osmanlı’da Batılı anlamda reformlar konusunda aşağıdan yukarıya doğru bir baskı da olamamıştır.

18. yüzyıldan itibaren Osmanlı devlet adamları içinde kalemiye sınıfından gelenlerin, özellikle dış temsil görevinde bulunanların görüşleri, reformlar dolayısıyla etkinlik kazanmaya başlamıştı. Bu dönemde Avrupa ülkelerine giden ve buralarda belli bir süre görev yaptıktan sonra geri dönen bürokratlar, geri geldiklerinde reformların nasıl olması gerektiğini de ifade etmeye başlamışlardı (Ortaylı, 1987, s. 87).

19. yüzyılın başlarından itibaren modernleşen ve güçlenen Osmanlı bürokrasisi ideolojisini, eğitim ve çalışma biçimini, yani kısaca geleneksel yapısını değiştirmekteydi. Bu durum bürokrasinin toplumu kontrol etme teknikleri ve biçiminin de değişmesi demekti (Ortaylı, s. 1987, 72). Bu dönemde devlet, biraz zoraki de olsa, geç de kalmış olsa Batı ile ilişkiler kurmaya başlamıştı. Bunun da doğal olarak ilk yansıması devleti yöneten bürokrasiye olmuştu. Bu dönemde devlet idaresinde bulunan sivil bürokratlar Bab-ı Ali’de yetişmekteydi. Bu durum, Tanzimat’tan sonra vilayet yöneticilerinin de buradan atanmasıyla genişledi.

Bu dönemde temelde muhafazakâr olmalarına karşın, Avrupa’yı görüp ufukları açılan bürokratlar ülkede kanun ve düzeni yerleştirerek halkın yaşamını uygun bir standarda çıkarma gayretinde olan çok sayıda bürokrat Osmanlı yönetiminde çeşitli kademelerde göreve gelmiştir. Bunlar arasında önemli bir isim de Mithat Paşa’dır.

1822 – 1884 arasında yaşamış olan Mithat Paşa, Osmanlı Devleti’nin son yüzyılının en önemli devlet ve fikir adamlarından birisidir. Mithat Paşa’nın birçok özelliğinden belki de en önemlisi modernleşme anlayışıdır. Bu yönüyle Mithat Paşa, kendisinden sonra yaşamış birçok aydının fikirlerini de etkilemiştir.

Timur’un ifadesiyle “merkezi-despotik bir devlet yapısı” bulunan (1994, s. 241) Osmanlı Devleti’ndeki reform çabaları, Mithat Paşa’ya kadar olan dönemde devletin hem dışarıda hem de içeride eski etkinliğini sağlama amacıyla yapılmaktaydı. Yani devletin eski gücüne ancak yukarıdan aşağıya doğru reformlarla ulaşabileceği anlayışı hâkimdi. Ancak Mithat Paşa ile birlikte modernleşmenin toplumsal bir değişim süreci üzerine inşa edilmesine yönelik politikalar ortaya konmaya başlamıştır. Reformlara olan yaklaşımın Mithat Paşa’ya kadar bu şekilde olmasının perde arkasında hiç kuşkusuz Osmanlı’nın sahip olduğu toplumsal dinamikler yatmaktaydı. En yaygın ve basit şekliyle Osmanlı toplumu iki temel sınıfa dayanmaktaydı. Bunlar askeri sınıf adı verilen yöneticilerle, reaya adı verilen yönetilenlerdi (Timur, 1994, s. 247).

Mithat Paşa’ya göre Osmanlı Devleti’nin tekrar eski şaşalı günlerine dönebilmesi için devlet merkezli reform çabalarının yanı sıra, bu reformların sağlam toplumsal temeller üzerine oturtulması gerekmektedir. Bu bağlamda da reformların itici gücü olarak ekonomik adımların atılması gerektiğini belirten Mithat Paşa, bu yönüyle daha çok Ziraat Bankası’nın kurucusu olarak da bilinmektedir.[1]

Mithat Paşa, yaklaşık iki yüzyıldan fazladır süren önce Osmanlı ile başlayıp ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla devam eden modernleşme serüvenimizde, modernleşmeyi farklı bir biçimde algılayan ve yukarıda bahsedilen yukarıdan aşağıya modernleşme çizgisinin dışında bir kanal açmaya çalışan önemli bir siyasal aktördür. Onun özellikle özgürlük kavramının yerleşmesi ve özgürlükçü meşruti bir yönetim kurulması için verdiği mücadele, ardından gelen birçok isme de ilham olmuştur.

Ona göre Osmanlı toplumunda modernleşmenin süreklilik kazanması ve kendi kendini besleyen bir süreç haline gelmesi için yapılacak ilk iş “egemen üretim biçiminin” değiştirilmesiydi. Çünkü ekonomik alandaki reform, diğer alanları da etkileyecek ve onları da peşinden sürükleyeceğini düşünmekteydi (Söğütlü, 2010, s. 103). Bu anlayış bir anlamda alt yapı – üst yapı ilişkisini de içermekteydi. Zira toplumsal yapı içerisinde ona göre en önemli alan ekonomiydi ve ekonomide atılacak adımlar üst yapıyı da biraz yavaş olmakla beraber daha sağlam bir şekilde etkileyecekti. Mithat Paşa bu saikle ilk olarak valilik yaptığı Bağdat, Tuna gibi birçok şehirde önceliği bölgenin ekonomik ve sosyal gelişimini artırmaya vermiştir. Bu dönemde 1864’te Mithat Paşa Tuna valisi iken kaleme alının Vilayet Nizamnamesi ilk önce Tuna’da uygulandı ve gösterdiği başarının ardından tüm vilayetlerde uygulanmasına karar verildi (Ortaylı, 1987, s. 121).

Mithat Paşa’nın bu yaklaşımı onu Tanzimat döneminin ilk bürokratlarından ileriye taşımıştır. Ortaylı’nın ifadesiyle Tanzimat devri aydını, Avrupa politikasını ve yönetimin modernleşmesini Metternich zihniyetiyle benimseyen bir gruptu ve Metternich’in “İmparatorluğun dış politikadaki gücü, içteki düzeninin sağlamlığına bağlıdır” sözü onların düsturuydu (Ortaylı, 1987, s. 187). Ancak Mithat Paşa bu şekilde düşünmemekteydi. O değişimin halktan başlayıp yukarıya doğru gelişmesi gerektiğine inanıyordu.

Mithat Paşa’nın, kendisinden sonra gelen Jön Türkler hareketinin de bazı yönleriyle önünde bir yaklaşıma sahip olduğunu ifade etmek çok da yanlış olmayacaktır. Modernleşmede önceliği kültürel değişime vererek akılcı insanı ortaya çıkarmayı hedefleyen ve modern toplumun ancak bu şekilde yaratılabileceğine inanan Jön Türkler, Mithat Paşa gibi toplumun iç dinamiklerini harekete geçirmeyi düşünmemişlerdir. Bu yönüyle tek boyutlu ve mekanik bir yaklaşım sergilemişlerdir.

Ayrıca Jön Türkler de değişimi yukarıdan aşağıya doğru devlet eliyle ve devlet uygulamalarıyla gerçekleştirmeyi hedefleyerek, Tanzimat dönemi bürokratlarının çizgisini sürdürmüşlerdir. Hâlbuki Mithat Paşa’nın yaklaşımı bunların tersine yukarıdan aşağıya doğru değil, aşağıdan yukarıya doğru toplumu değiştirme anlayışına dayanmaktadır.

Mithat Paşa’nın Osmanlı’nın son dönemindeki meşrutiyet düşüncesinin yaygınlaştırılmasında rolü çok büyüktür. Daha valilik yaptığı dönemlerde bu konuda Vilayet Meclislerinin kurulmasına ön ayak olması, daha sonra ülke çapında kurulacak olan Mebuslar Meclisi’ne zemin hazırlamıştır. 1876 yılında ilan edilen Kanun-u Esasi ise onun büyük gayretlerinin bir sonucu olmuştur.

Mithat Paşa’nın da içerisinde yer aldığı Yeni Osmanlılar cemiyeti, Osmanlı Devleti’nde işlerin yolunda gitmediğini gören, bir şeylerin düzeltilmesi gerektiğini düşünen, ancak bunun yönteminin nasıl olması gerektiği konusunda farklı görüşleri olan aydın kimselerden oluşmaktaydı. Namık Kemal, Ali Suavi, Agâh Efendi, Ziya Paşa gibi isimler bu cemiyetin önemli isimleriydi.  İlk defa 1865’te bir araya gelen cemiyet, II. Abdülhamid’in saltanatının ilk yılları olan 1870’lerin sonuna kadar varlığını sürdürmüştür.

Yeni Osmanlılar içerisindeki Namık Kemal ve Şinasi gibi aydınlar düşüncelerini halk ile paylaşmak, daha fazla sayıda insana ulaşarak onları ikna etmek amacıyla edebiyatı kullanıyor, bunu da gazeteler üzerinden gerçekleştiriyorlardır. Yeni Osmanlılar’ın iktidardaki en önemli destekçilerinden birisi hiç kuşkusuz Mithat Paşa idi. Mithat Paşa ve Yeni Osmanlılar’ın ortak hedefi meşrutiyetti.

Kaynakça

İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Hil Yayınları, 1987.

Taner Timur, Osmanlı Toplumsal Düzeni, İmge Yayınları, 1994.

İlyas Söğütlü, Türk Modernleşmesi Sürecinde Mithat Paşa, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 11, Sayı 1, 2010, ss. 101-113.

[1] Mithat Paşa tarafından 1863 yılında bugünkü Ziraat Bankası’nın temelini oluşturan Memleket Sandıkları kurulmuştur.