Kolektif Güvenlik Algısının Değişimi: Sorunlar, Fırsatlar ve Rasyonel Adımlar

Giriş

İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan konjonktür, yeni iş birliklerine ve güvenlik dönüşümlerine yol açtı. Tarih sahnesinde resmiyete dökülen NATO, BM, AB vb. küresel boyuta ulaşan ortak anlayış, ortak güvenlik algısının ve stratejik hedeflerin rasyonel ve pragmatist bütünlükte ele alınmasını gerektirmiştir. Bunun yanında bölgesel iş birliklerinin kolektif güvenlik sürecine dahil olması ‘’damlaya damlaya göl olur’’ mantığı ile incelendiğinde dünya sahnesinde olumlu yansımaktadır. Günümüze bakıldığında halihazırda devam eden bölgesel ve küresel ittifaklar olsa da dünya çok kutuplu düzene hızla ivmelenmektedir. Çok kutuplu düzen basite indirgendiğinde ‘’doğu-batı’’ çatışması şeklinde gösterilebilir. Güç çatışması doğu ve batı arasında yaşansa da kolektif ittifak sisteminde karmaşa mevcuttur. Yazımızda bu karmaşa sonucu farklılaşan kolektif güvenlik sürecine ve bu yeni süreçte oluşabilecek fırsatlara değineceğiz.

Sorunlar, Fırsatlar ve Rasyonel Adımlar

Bu başlık altında değinmemiz gereken ilk anekdot şüphesiz çizgisel olmayan uluslararası değişim sürecinde rasyonellik boyutunun, çok kutuplu arenada ülkeler nezdinde diplomasi sürecine katılması gerektiğidir. Yakın mercekte incelenen çıkar çatışması ve güvenlik algısının yitirilmesi süreci bizlere rasyonel diplomasinin olmadığını açıkça göstermektedir. Sorunlar sorunları, çözümler çözümleri yaratarak sürece müdahil olmaktadır. Kolektif güvenlik algısının yitirilmesine sebep olan sorunlardan en basiti BM Güvenlik konseyinde yaşanan ikilemlerdir.

Konvansiyonel harp teknolojisinin farklılaşması ve günümüzde gereksiniminin azalması, istihbarat ve karşı istihbarat süreçlerinin teknoloji ile beraber dönüşümü, siber ve uzay güvenlik sorunlarının artması, ülkelerin yumuşak güç profili ve kamu diplomasisi boyutuna katkı sağlamak için giriştiği hamleler, yeni bir güvenlik yapılanmasının gerekliliğine dikkat kazandırmıştır.

Özel şirketlerin gerek ülkelerin arka bahçesi olarak lobi hamleleri olarak kullanılması gerekse de münferit hareket etmeleri sorunun farklı bir boyutudur (1). Örnek verecek olursak, Bolivya Kasım 2019’da darbe girişimi ile manşetlere yansıdı. Bu darbe girişiminin kaynağı olarak enerji ve doğal kaynaklar savaşı olarak görülmektedir. Dünya lityum rezervlerinin %70’ine sahip olan Bolivya, Alman firması ACISA ile yaptığı sözleşmeyi iptal etti (ACISA Tesla’ya pil sağlıyor) ve Bolivya hükümeti madenin millileştirileceğini açıkladı.
Madenin millileştirilmesi yetersiz teknoloji ve gelişmeyen insan sermayesi sebebiyle gerçekleşemedi. Bolivya’nın bu konuda yardım çağrısına Çinli şirketler yetişti (2). Çin adımı ve bölgede yaşanan istikrarsızlık ABD güdümünde dikkatle izlenmekteydi ve müdahale edilmesi gereken bir süreç olarak görülmekteydi. ABD’nin arka bahçesi olan Latin Amerika’da Çin müdahalesi gelişmiş olan ticaret savaşları ve küresel rekabette atılmaması gereken bir adım olarak görüldü.

Netice itibariyle Kasım 2019’da yaşanan darbe sonrası konjonktür değişikliği yaşandı. Güvenlik algısını büyük resim olarak görmek önem arz etmektedir. Fırsatların çözümleri yaratacağı unutulmamalıdır. Fırsatların ivedilikle incelenmesi ve değerlendirilmesi geç olmamakla birlikte bir gerekliliktir. Dünya devletlerinin ortak bir payda içerisinde söz sahibi olması, karar sürecine gerekli regülasyonlarla katılımının sağlanması, küresel oluşumların varlığının sorgulandığı bu günlerde sık sık yapılması gereken adımlar olarak dile getirilmektedir.

Değerlendirilmesi gereken fırsatlar: Dünya üzerinde ortak karar sürecinin sağlanması, lobicilik, çıkar ve güç faaliyetlerinin toplumun yararına entegre edilecek şekilde düzenlenmesi, agresif diplomasi kullanılmaması ve diplomasinin ihtilaf yaratıcı nitelikte kullanımının önüne geçilmesi, tarih boyunca kullanılan uluslararası ilişkiler teorilerinin (realizm, konstrüktivizm ve liberalizm) revize edilmesi ve modernite sistemine katkı sağlanmasının amaçlanması, hegemonik düşüncelerin terk edilmesi, terörizm faaliyetlerine izin verilmemesi şeklinde sıralanabilir. Fırsatlar rasyonellik ile entegre edildiğinde ortaya olumlu adımlar çıkmaktadır.

Yazımızın başında rasyonellik boyutunun mutlaka ele alınması gerektiğini belirtmiştik. Çözülmesi gereken sorunlar arasında silahlanma da bulunmaktadır ancak silahlanma rasyonel adım olarak görülmektedir. Bu yanlış algı kolektif güvenlik düşüncesini zedelemekle kalmamış aynı zamanda sert güç politikasının gelişimini de beraberinde getirmiştir. Silahlanmanın makul düzeyde tutulması ile tansiyonun arttırılması arasındaki farkı kalın bir çizgi ile belirtebiliriz (3).

Sonuç

Atılacak adımlar her ne kadar belli olsa da dünya, hangi yöne estiği bilinmeyen bir rüzgârın peşinden giderek sorunları halı altına süpürmüştür. Küresel bir sorun olan sera gazı, karbon ayak izi (küresel ısınma) ve fosil yakıt kullanımı, sorunlarla birleştiğinde durumun akıbetini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Dünya bir süre daha belirsizlik içerisinde yalpalanmaya devam edecek ve sorunların çözümünü bir süre daha konuşuyor olacağız. Ortak payda içerisinde ne zaman buluşulacağı merak konusu olarak bizlerle kalacak.

Kaynakça

1. Karaosmanoğlu Ali L, (2014). ‘’NATO’nun Dönüşümü’’, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt 10, Sayı 40, Sayfa: 3-38
2. Öğütçü Mehmet, (2020). ‘’Yeni Dünyanın Gizli Şifreleri Kitabının ‘Lityum Savaşları Kızışıyor’ Kısmı, Destek Yayınları, Sayfa: 222-223
3. Ikkenbery John, (2018). ‘’The End of Liberal İnternational Order’’, International Affairs, Page: 7-23