İslam’ın İnsan Haklarına Seslenişi: Veda Hutbesi

Zehra Demirbağ

Zehra Demirbağ

Marmara Hukuk Fakültesi

Öz

Var oluşundan günümüze kadar olan süreç içerisinde insanoğlu, temel haklarına sahip olmak ve bunları korumak adına çok ciddi mücadeleler göstermiştir. Dinlerin getirdiği birtakım esaslar ile tarih çizgisinde meydana gelen çeşitli vakalar sonucunda insanı asıl değerine kavuşturan insan hak ve özgürlükleri ortaya çıkmıştır. Günümüze geldikçe insan hak ve özgürlüklerine verilen kıymet artmış ve bunlar artık bugün birçok sözleşmenin ve devletlerin anayasalarının temel taşı haline gelmiştir.

Bu çalışmamızda insan hak ve özgürlükleri konusunda bir devrim niteliği taşıyan ve insanlığın adeta zaferi olan Veda Hutbesi ele alınacaktır. İlk etapta insan haklarının doğuşu, gelişimi ve etkilerinden, ardından Veda Hutbesi öncesinde Arap toplumundaki genel durumdan, akabinde de Veda Haccından ve Veda Hutbesinde yer alan birtakım haklardan ve yükümlülüklerden; bunların temel izahından ve meydana gelmesindeki etmenlerden bahsedilecektir.

Anahtar Kelimeler: Veda Hutbesi, İslamiyet, cahiliye, hak, özgürlük

Giriş

Günümüz dünyasının yükselen değerlerinden biri olan “insan hakları” demokratik toplumların vazgeçilmez bir parçası olarak kabul edilmektedir. Peki insan hakları tam olarak ne anlama gelmektedir? İnsan hakları, insanın sadece insan olmasından dolayı; din, dil, renk, ırk, cinsiyet, statü gözetilmeden kendisine tanınan hakları ifade etmektedir. Bir diğer ifadeyle de bireylerin, otoriteye karşı siyasi talepleridir. Bir insanın, haklara sahip olması için insan olmasından başka bir şeye ihtiyacı yoktur. Bundan dolayı insan hakları, insanın doğuştan sahip olduğu haklardır.

Zaman zaman Müslüman kesimlerde anayasa ruhunun bilinmemesinden kaynaklanan anayasanın varlığının küçümsenmesi ve gereksiz görülmesi durumu oluşabilmektedir. Oysa Anayasa, en az insanın temel ihtiyaçları kadar önemli bir meseledir. Anayasa toplumsal bir sözleşmedir ve bu toplumsal sözleşmenin çekirdeğini oluşturan şey ise “insan hakları”dır. İnsan hakları; dünya üzerinde kimsenin tartışamayacağı, yargılayamayacağı, el koyamayacağı ve erteleyemeyeceği haklardır. Zira insan bu haklara sahip olamazsa insan olmasının da bir değeri ve anlamı kalmayacaktır. Bu haklar yaşama hakkı, din ve inanç özgürlüğü, mülk edinme hakkı, seyahat hakkı, teşebbüs hakkı, adil yargılanma hakkı, düşünce hakkı ve ifade özgürlüğü gibi haklardır. Allah tarafından da insanlara yaradılışı nedeniyle dünyaya gelişinden itibaren bu haklar tanınmış ve Kur’an-ı Kerim’de bunlara hudûdullah denmiştir. Meclislerde istişare sonucunda çıkarılan yasalar da hudûdullahın sınırına giremez, bu hakları engelleyici ve menedici olamaz. Baktığımızda da zaten dünya tarihinde haklar ile ilgili ilk belge Kur’an-ı Kerim’i ve bunun bildirge haline gelmiş versiyonu ve anayasası olarak da Veda Hutbesini görmekteyiz. (Bozkurt, 2021)

İslam hukuku anlayışında insanlar, dünyadaki fiillerinden sorumlu varlıklar olduğu için kendilerine, vahiy aracılığıyla doğru yolu göstermeleri için Allah tarafından peygamberler gönderilmiştir. İlk insan Hz. Adem’den başlayarak gelen peygamberlik görevi Hz. Muhammed (s. a. v.) ile son bulmuştur. İslam dinini yaymak için gönderilen Hz. Muhammed (s.a.v.), bu kutsal görevi M.S. 610 yılında devralarak tam 23 yıl boyunca insanlığı aydınlatmış ve kıyamete kadar da aydınlatmaya devam edecektir. (Fırat, 2019, s. 75)  Hz. Muhammed (s.a.v.) ile ashabı ilk vahiyden itibaren tüm sıkıntılara göğüs gererek bu yolda kararlı ve emin adımlarla ilerlemişler ve bunun sonucunda da adalet, eşitlik, hak, hukuk ve ahlak gibi değerleri öğretme şerefine nail olmuşlardır.

Hicretin 6.yılında Kabe’yi ziyaret etmek için Medine’den Mekke’ye doğru yola çıkan Hz. Muhammed (s.a.v.) ve ashabı, bu haberi alan Mekkeli Müşriklerin süvarileriyle karşılaşmışlardır. Kureyşlilerin, Müslümanların Mekke’ye girmelerine izin vermemesi üzerine iki taraf arasında şartları çoğunlukla Müslümanların aleyhine olan Hudeybiye Antlaşması imzalanmıştır. (Berki ve Keskioğlu, 2014, s. 323-330)

İmzalanan Hudeybiye Antlaşması’nın Müslümanların gelecek yıl Kabe’yi ziyaret edebileceklerini ifade eden maddesi doğrultusunda Hicretin 7.yılında Müslümanlar Kabe’yi ziyaret etmişler; bu üç gün gibi kısa ziyaret süresinde Hz. Muhammed (s.a.v.)’in can ve mal güvenliği, din ve vicdan hürriyeti, konut dokunulmazlığı ve mülkiyet hakkı gibi insan haklarına gösterdiği saygı, İslamiyet’in insan haklarına verdiği değerin ilk belirgin örneğini teşkil etmiş ve bu durum birçok Mekkelinin kalbini İslamiyet dinine girme arzusuyla doldurmuştur.

Müslümanların itibarlanmasını ve elde ettiği zaferleri Müşrikler hazmedememiş ve bunun üzerine Beni Bekr kabilesi Müslümanların himayesi altında olan Huzaalılara saldırıp katliamlar yapmışlardır. Mekkelilerin bu hareketi Hudeybiye Antlaşması’nı resmen ihlal etmiş olduklarını göstermiştir. (Suruç, 2020, s. 671) Bunu duyan Hz. Muhammed (s.a.v.), 10.000 kişilik ordusu ile antlaşmalara uyma kuralını askıya alarak Hicret’in 8.yılında Ramazan’ın 10.gününde Mekke’yi fethetmiştir.

Hz. Muhammed (s.a.v.), Mekke’ye ayak bastığında burada bir fetih hutbesi okumuştur. Tevhit dinini ilan ederek şirki ortadan kaldırmış ve cahiliye davalarını yasaklamıştır. Zümrelere, sınıflara bakmaksızın insanlar arasında eşitlik olduğunu vurgulamış, kan dökmeyi yasaklayarak can güvenliğini ve yaşama hürriyetini teminat altına almış, İslamiyet’in esaslarını ve kurallarını anlatarak güzel ahlakın timsali olduğunu adeta bir kez daha göstermiştir. (Suruç, 2020, s. 693-697)

Bir İnsanlık Devrimi: Veda Hutbesi

Veda Hutbesi, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hicri 10.yılda hac görevini yerine getirmek için geldiği Mekke’de Veda Haccı sırasında okuduğu hutbelerdir. Bu hutbe; insan hak, özgürlük ve yükümlülüklerinden bahseden temel bir kanun ve Peygamberimizin (s.a.v.) vasiyeti niteliğindedir. Peygamberimiz (s.a.v.), Veda Hutbesi ile adeta İslam dininin esaslarını dile getirmiş gibidir. Veda hutbesi; insanlar arasında ırk, din, dil, renk gözetmeksizin vurguladığı eşitlik prensibi ve can ve mal güvenliğine verdiği değer ile adeta cahiliye döneminin karanlık geleneklerini yıkmış ve her biri devrim niteliği taşıyan esaslar getirmiştir. Bu yönüyle o günün ve geleceğin hukukuna, idaresine ve siyasetine kaynaklık etmiş ve ışık olmuştur. (Özbuğday, 1998, s. 8-11)

Veda Hutbesinde Yer Alan Hak ve Özgürlükleri

1. Yaşama Hakkı ve Can Güvenliği

Yaşama hakkı, insanlara doğuştan tanınan ve vazgeçilmez nitelikte bir haktır. Dinler insan yaşamının sürdürülebilmesine önem verirken devletlerin hukuk sistemleri de yaşama hakkının korunması ve can güvenliğinin sağlanması yönünde esaslara yer vermişlerdir. İslam hukuku da insanların müslüman-gayrimüslim ayrımı yapmadan her insan için yaşama hakkının vazgeçilmez olduğunu, insanların bu hakka sahip olması ve bu haklarının korunması gerektiğini vurgulamıştır. (Fırat, 2019, s. 99) Veda Hutbesinde geçen Peygamberimizin (s.a.v.) “İnsanlar! Bu günlerininiz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur.” (Suruç, 2020, s. 800) cümlesi bu ifadeyi vurgular niteliktedir.

Ayrıca veda hutbesinde geçen “Ashabım! Cahiliyet devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır
(Suruç, 2020, s.800) ifadesi yaşama hakkı, kişi dokunulmazlığı, toplum refahı ve sosyal güven ile doğrudan bağlantılıdır. Toplumu bozan kan davalarının kaldırılması yerini kardeşlik ve beraberliğe bırakmıştır. (Özbuğday, 1998, s. 9)

2. İnsan Onurunun Korunması

Kur’an-ı Kerim’de insanın en değerli varlık olduğu ve kainattaki eşsiz düzenin onun emrinde olduğu belirtilmiştir. Yaratılanlar arasında en şerefli varlık insandır. Bundan dolayı insanların aşağılanması, hakarete uğraması, onur ve şerefinin, ırz ve namusunun zedelenmesi, onlara karşı yalan, iftira, gıybet, işkence, haset, baskıda bulunulması kabul edilebilir değildir. Hz. Muhammed (s.a.v.), insanın onurunun Kâbe ve Hac ibadeti kadar kutsal, saygıdeğer ve dokunulmaz olduğunu vurgulamıştır. (Adıgüzel, 2016, s. 91-92)

3. Mal Güvenliği ve Mülkiyet Hakkı

Mülkiyet hakkı, insanların eşya üzerinde sahip olabileceği en temel hak ve en az yaşama hakkı kadar sahip olunması önemli olan bir haktır. Günümüzde hemen hemen bütün anayasalarda ve sözleşmelerde kendisine yer verilen mülkiyet hakkına, İslam hukukunda da yer verilmiş, malların korunması ve dokunulmazlığı hususunda büyük bir özen gösterilmiştir. (Fırat, 2019, s. 112)

Veda Hutbesinde geçen
mallarınız her türlü tecavüzden korunmuştur.”
ifadesi mülkiyet hakkının tabi bir hak olduğunu ve insanların mallarının teminat altına alındığını, tecavüz ve yağmadan korunduğunu, haksız yollarla elde edilemeyeceğini ancak meşru yollarla elde edilebileceğini vurgulamaktadır. (Özbuğday, 1998, s. 9) Kur’an-ı Kerim’de de Allah Bakara Suresi’nin 188. ayetinde şu şekilde buyurarak bu hakka saygılı olunması gerektiğini, rüşvet ve gasp ile sahiplerinin ellerinden alınmaması gerektiğini söylemiştir: “Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin. Bile bile, günaha saparak, insanların mallarından bir kısmını yemeniz için onun bir parçasını yetkililere aktarmayın.”

İslam hukukunda eman; can ve mal güvenliğinin sağlanmasını isteyen taraf olarak kadın veya erkek, Müslüman veya gayrimüslim olabilir, bu konuda insanlar arasında herhangi bir ayrım gözetilemez. Hatta erkeğe verilen eman, hem kendisinin hem de aile bireylerinin can ve mal güvenliğini hukuken teminat altına almaktadır. (Ez-Zühayli, 1995, s. 79-81)

Kur’an-ı Kerim’de faiz sert bir dille yasaklanmıştır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) de toplumu ve mal varlığını yiyip bitiren faiz belasının kötülüğünü vurgulayarak insanların faiz konusunda dikkatli davranmalarını, harama girmemelerini, kimseye haksızlık yapmamalarını ve kazançlarını helal yollarla elde etmelerini söylemiştir. (Fırat, 2019, s. 116-117) Veda Hutbesinde söylediği “Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır! Lakin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz ne de zulme uğrayınız. Allah’ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahiliyetten kalma bu çirkin adetin her türlüsü ayağımın altındadır!..” (Suruç, 2020, s. 800) sözleriyle tembelleştiren ve sömüren faizi en sert biçimde yasaklamış ve emanet ile borcun ehemmiyetini dile getirmiştir.

Mülkiyet hakkının bünyesinde bulunan en önemli mali haklardan birisi de miras hakkıdır. Miras hakkı, günümüzde anayasalarda ve uluslararası sözleşmelerde kendisine yer bulmuş bir haktır. İslamiyet’ten önce miras hakkı, sadece erkeklere tanınmış iken İslamiyet’in gelmesiyle miras hakkına ilişkin yenilikler yapılmıştır. Miras hakkında hem birçok ayet hem de birçok hadis bulunmaktadır; bunun önemi Veda Hutbesinde de dile getirilmiştir

4. Eşitlik İlkesi

Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde insanların yaratılışından, hepsinin aynı atadan ve aynı özden geldiğinden bahsedilmiştir. İnsanlar arasındaki üstünlük yalnızca takvada ve Allah’a olan bağlılıktadır, bunun haricinde tüm insanlar Allah katında eşittir. İnsanların iyi veya kötü olmaları, doğdukları yerlerden, soylarından, renklerinden, ırklarından, konuştukları dillerden kaynaklanmamakta; işledikleri amellere göre belirlenmektedir. (Adıgüzel, 2016, s. 101-102)

Peygamberimiz (s.a.v.), İslamiyet’ten önceki cahiliye döneminde gözetilen soy ve kabile üstünlüğünü, renk, cinsiyet, dil ayrımını kaldırarak insanlar arasındaki üstünlüğün yalnızca takva ile olacağını dile getirmiştir. Nitekim Veda Hutbesinde söylediği “Ey insanalar! Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız; Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Arap’ın Arap olmayana – takvadan başka – bir üstünlüğü yoktur.” (Suruç, 2020, s. 801) sözleri bunu açıkça göstermektedir. Arap toplumunda insanların kabilesiyle ve aşiretiyle, mal varlığıyla övünmesi, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in eşitlik ile ilgili haykırışlarıyla yerle bir olmuş ve böylece yepyeni bir düzen tahsis edilmiştir. Arap toplumunda soy üstünlüğü, kabile yarışı ortaya çıkmışken Hz. Muhammed Veda Hutbesinde
Her Müslüman diğer Müslümanın kardeşidir. Bütün müminler kardeştir.”
(Berki ve Keskioğlu, 2014, s. 430) diyerek cahiliyenin kötü adetlerini kaldırarak yerine eşitlik ilkesini yerleştirmiştir.

Peygamberimizin (s.a.v.) Veda Hutbesinde köleler hakkında söylediği ifade de sınıflar arası eşitsizliğe bir kez daha yıkıcı bir etkide bulunmuştur: “Kölelere gelince: Onlara kendi yediklerinizden yedirin ve giydiklerinizden giydirin. Affedemeyeceğiniz bir hatayı işlerlerse onlardan ayrılın, onlar da Allah’ın kullarıdır ve kötü muameleye layık değillerdir.” (Berki ve Keskioğlu, 2014, s. 430)

İslamiyet’teki eşitlik kavramının bir diğer sonucu da insanların adalet önünde eşit olmalarıdır. Hem Kur’an-ı Kerim’in hem de Peygamberimizin (s.a.v.) vurguladığı başlıca konulardan biridir. Peygamberimizin (s.a.v.) vahiy kaynaklı adalet önünde eşitlik anlayışı hem o zamanlara hem de günümüze ışık tutar nitelikte olmuştur. (Fırat, 2019, s. 111)

5. Kadın Hakları

Kur’an-ı Kerim’de kadınların ve erkeklerin Allah tarafından aynı özden ve birbirinin tamamlayıcısı olarak yaratıldığından bahsedilmektedir. Bununla beraber bütün insanların birbirinden farklı yaratıldığından, birbirlerinden üstün ve farklı yönleri olduğundan da bahsedilmektedir. Hem insanlar arasında hem de aile içinde bu farklılıklar göz önünde bulundurulmalıdır çünkü insanlar bu farklılıklarından dolayı birbirlerine karşı sorumluluk altındadırlar ve bu sorumlulukları yerine getirmemeleri durumunda çeşitli yaptırımlarla karşılaşmaktadırlar. (Adıgüzel, 2016, s. 98)

Veda Hutbesinde Hz. Muhammed (s.a.v.)’in özellikle belirttiği konulardan biri de kadın hakları ve ailenin temelini oluşturan karı-koca haklarıdır. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in bu konu ile ilgili Veda Hutbesinde geçen sözleri şu şekildedir: “Ey halk, sizin kadınlarınız üzerinde birtakım haklarınız vardır. Onlar sizin haklarınıza riayet etmelidirler. Onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Onlara karşı iyi davranınız. Eşlerinize şefkatle muamele edin. Siz onları Allah’ın ahdi ile aldınız. Onlar size Allah’ın ahdiyle helal olmuştur.” (Berki ve Keskioğlu, 2014, s. 430)

İslamiyet’ten önce cahiliye devrinde kadın, hemen hemen değersiz bir varlık olarak görülmüş ve horlanmıştır. Kız çocukları diri diri toprağa gömülmüş, öldürülmeyenler ise cariye olarak satılmış ve miras, mülkiyet gibi temel haklardan yoksun bırakılmıştır. Cahiliye döneminin bu insanlık dışı tutumu, İslamiyet ile reddedilmiş ve kadınlara bazı hususlarda pozitif ayrımcılık tanınarak sosyal bir konum oluşturulmuştur. Bunun dışında insana insan olduğu için tanınan yaşama, mülkiyet, miras, konut dokunulmazlığı, aile kurma, özel hayatın gizliliği, fiil ehliyeti gibi haklar erkeklere ve kadınlara eşit bir şekilde tanınmış ve bu konuda kesinlikle bir cinsiyet ayrımı gözetilmemiştir. Peygamberimizin (s.a.v.) Veda Hutbesine başlarken “Ey insanlar!” şeklindeki hitabı da bu konuda dikkate değer başka bir husustur. (Fırat, 2019, s. 133-134)

Peygamberimiz (s.a.v.), kadınların fiziki, sosyal ve psikolojik yönden güçsüz kalıp haklarının gasp edilmesi ihtimaline set çekmek adına onlar için “Allah’ın emaneti” ifadesini kullanmış ve bunu hem Veda Hutbesinde hem de tüm yaşamı boyunca dile getirmiştir. Ardından ise karı ve kocanın birbirleri üzerindeki haklardan bahsederek aile içindeki esasları belirtmiştir. Kocanın karısı üzerindeki hakları iffetin korunması, aile içi sırların saklanması, evin yabancılara karşı korunması gibi hususlar iken kadının kocası üzerindeki hakları da evin geçindirilmesi, nafaka temini gibi hususlardır. (Dam ve Karataş, 2014, s. 68)

Sonuç olarak Peygamberimizin (s.a.v.) gerek Veda Hutbesindeki ifadeleri gerekse tüm yaşamında kullandığı ifadeler kadınlar açısından bir devrim niteliğinde olup tarihte hiçbir kişi tarafından dile getirilmemiş bir zaferdir.

6. Suçta ve Cezada Bireysellik

Batı dünyasının 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi ile tanıştığı suçun ve cezanın bireyselliği ilkesi aslında ilk kez İslamiyet tarafından getirilmiştir. Bu hükmün esas dayanağı ise İsra Suresi’nin 15. ayetidir.
Hiç kimse başkasının günah yükünü üstüne almaz
. (Fırat, 2019, s. 135)

Suçun ve cezanın bireyselliği ile aslında İslamiyet öncesinde Araplar arasında oldukça yaygın olan, masum insanların ölümleriyle sonuçlanan ve insanlar arasında nefrete, kine sebep olan kan davalarının önüne geçilmeye çalışılmıştır. Buna engel olmanın tek yolunun da suçta ve cezada bireysellik prensibinin topluma yerleştirilmesi olduğu düşünülmüştür. (Dam ve Karataş, 2014, s. 61)

Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) de bu konuda Veda Hutbesindeki “Her katil, suçundan kendisi mesuldür. Hiçbir katilin işlediği suç, çocuklarına şamil olmaz, Hiçbir oğlun ve kızın suçu babayı sorumlu etmez.” (Berki ve Keskioğlu, 2014, s. 431) ifadesinde yaşama hakkı ve can güvenliğinin sağlanmasıyla suçun bireyselliğini de ifade ederek suçun ve cezanın yalnızca suçu işleyen kişiye ait olduğunu açıklamıştır.

Sonuç

BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin bazı maddelerine baktığımızda sözleşmenin 1. ve 2. maddelerinin insanların haklar bakımından eşit, özgür, onurlu varlıklar olduğundan, 7. maddesinin herkesin yasa önünde eşit olduğundan 8. ve 10. maddelerinin adil yargılanma hakkından, 4. maddesinin kölelik ve kulluk altında olamayacağından; 3.maddesinin yaşama hakkı, kişi özgürlüğü ve güvenliğinden, 5. maddesinin işkence ve her türlü onur kırıcı davranışın yasak olduğundan; 6. maddesinin herkesin yasa önünde tanınmasından; 9. ve 11. maddelerinin keyfi olarak tutma, tutuklama, sorgulama yasağından; 12. maddesinin özel hayatın gizliliğinden; 16. maddesinin evlenme ve aile kurma hakkından; 17. maddesinin mülkiyet hakkından; 18. maddesinin din ve vicdan hürriyetinden; 19. maddesinin kanaat ve ifade özgürlüğünden bahsetmekte olduğunu ve aslında Veda Hutbesinde yer alan hak ve özgürlüklerin çoğunu deklare ettiğini görmekteyiz. (Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu, 1948)

İnsan hakları açısından bir devrim niteliğinde olan Veda Hutbesi hem temel hem de sosyal hakları içermektedir. Peygamberimizin (s.a.v.) özellikle vurgu yaptığı haklar; insana insan olduğu için verilen, onu değerli kılan ve yüceltir nitelikte haklardır. Veda Hutbesinde yer verilen hak, özgürlük ve yükümlülükler günümüzde de değerini ve önemini korumaktadır.

Günümüzde insanlara verilen değerler eğitiminin sadece teorikte kalmasını engelleyerek pratiğe dökülmesinde İslamiyet’in teorik boyutunun hayata yansımış biçimi olan Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’in davranışları, bir toplumun cahiliyetten medeniyete doğru evrilişinin en büyük dayanağını oluşturmaktadır. Bu yönüyle de hem Kur’an- Kerim’in hem de Hz. Muhammed (s.a.v.)’in vahiy kaynaklı davranışlarının yansıması olan Veda Hutbesi, toplumsal ve kişisel alandaki etik kurallarını özetler niteliktedir.

Kaynakça

Adıgüzel, A. (2016). Veda Hutbesindeki Temel Prensipler ve Kur’ani Temelleri. Diyanet İlmi Dergi, 91-102.

Berki, A. H., & Keskioğlu, O. (2014). Hazreti Muhammed ve Hayatı (s. 323-431). içinde Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu. (1948). İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi. Erişim Tarihi: 30.04.2021 https://www.ihd.org.tr/insan-haklari-evrensel-beyannames/.

Bozkurt, M.İ. (2021). Müslümanların Anayasa Ruhunun Gelişimini Bilmemelerinin Önemi | Anayasa Fikrinin Oluşumu ve Gelişimi 1/6. Erişim Tarihi: 30.04.2021, https://www.youtube.com/watch?v=P4kB6iE6eLA.

Dam, H., & Karataş, M. (2014). Değerler Eğitimi Açısından Veda Hutbesinde İnsan Onuru. Pamukkale Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 61-68.

Ez-Zühayli, V. (1995). Eman. TDV İslam Ansiklopedisi 11.cilt (s. 79-81). içinde Türkiye Diyanet Vakfı.

Fırat, M. (2019, Temmuz). Veda Hutbesimnde Yer Alan İnsan Hakları (Yüksek lisans tezi, Kırıkkale Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Hukuku Anabilim Dalı, Kırıkkale).

Özbuğday, Ş. (1998). İrad Edilişinin 1366. Yıldönümünde Veda Hutbesinin Tarihi ve Hukuki Değeri. Diyanet, 8-11.

Suruç, S. (2020). Kainatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı (s. 671-801). içinde İstanbul: Nesil Yayınları.