Demokratik Barış Teorisi

Demokrasi ile Barış, günümüzde birlikte anılan iki önemli kavramdır. Özellikle 1945 sonrasında demokrasinin geliştiği bölgelerde barışın da hâkim olması, bu iki kavram arasında bir ilişki olduğu fikrinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Demokratik Barış Teorisi de bu bağlamda 1980’li yıllardan itibaren Uluslararası İlişkiler disiplininde tartışılmaya başlanan bir konu haline gelmiştir.

Demokratik barış kavramı, esasında demokrasiyi benimsemiş olan devletlerin birbirleri ile ilişkilerinde silahı ve savaşı tercih etmemelerini öngörür. Devletlerin dış politikalarının iç siyasetlerinden bağımsız olduğunu ileri süren Realist görüşün aksine, Demokratik Barış Teorisine göre Liberal görüşün de ifade ettiği gibi devletlerin siyasi rejimleri, onların dış politikada savaş veya barışı tercih etmelerini belirlemektedir.

Demokratik Barış Teorisi, her ne kadar 1980’li yıllardan itibaren literatürde anılmaya başlanmışsa da, aslında kökeni çok gerilerde olan bir kavramdır. Immanuel Kant’ın 1795’te kaleme aldığı ‘Ebedi Barış’ (Perpetual Peace) adlı eserinde Kant, devletlerarasında kalıcı bir barış için gerekli şartları sayarken, devletlerin ‘cumhuriyet’ rejimini benimsemelerini de saymıştır. Kant, cumhuriyetle yönetilen ülkelerde halkın rızası esas olduğundan ve halkın çoğunluğunun da (savunma dışında) savaşa rıza göstermeyeceğinden, bu ülkelerde savaş kararı almanın çok zor olacağını ifade etmiştir. Bunun aksine cumhuriyetle yönetilmeyen ülkelerde ise ülkeyi yönetenler halkı dikkati nazara almayacağından, savaş kararları kolayca verilebilecektir. Kant’ın Demokratik Barış Teorisi tarihindeki bu önemli yerinden ötürü, demokratik barış ‘Kantcı Barış’ olarak adlandırılmaktadır (Ekmekçi, 2011, s.109).

Gerçekten de demokrasilerin olmazsa olmazı olan ‘seçimler, kuvvetler ayrımı, özgür basın’ ve diğer bazı hukuki-siyasi mekanizmalar tarafından sağlanan kontrol ve denetim sistemi sayesinde demokratik ülkelerde savaş düşüncesi zorlaştırılmış (Burchill, 2014, s. 91) ve neticede devletlerarası ilişkilerde yaşanan sorunlar ‘diplomasi, görüşme ve ortak noktaların bulunması’ gibi yollarla çözülmeye başlanmıştır (Oğuzlu, 2015, s. 205). Sonuç olarak bakıldığında da, 1815 sonrasında demokratik kurumların yerleştiği özellikle Batılı ülkeler arasında yaşanan savaşların son bulduğu görülmektedir.

Günümüze gelindiğinde, yapılan istatistiki çalışmalar ve buna koşut olarak uluslararası çatışmalara dair geniş veri tabanlarının oluşturulması neticesinde demokrasinin geliştiği yerlerde savaşın önemli miktarda azaldığının görülmesi sonucunda Demokratik Barış Teorisi Uluslararası İlişkiler disiplininde önemli bir yer tutmaya başlamıştır. Bu bağlamda Bruce Russett, John Oneal ve Zeev Maoz’un öncülük ettiği birçok istatistiki çalışma, demokrasinin yerleştiği ülkelerin, diğer ülkelere göre kendi aralarında daha az silahlı çatışmaya girdiğini göstermiştir.

Demokratik Barış Teorisi, demokrasilerin hiç savaş yapmayacağından bahsetmez. Buna göre demokratik ülkeler birbirleri ile savaşmazlar; aralarındaki sorunları barışçıl yollarla çözerler. Bu noktada bir ‘mahalle baskısı’ da söz konusudur. John Owen’ın ifadesiyle, “Liberaller yabancı bir devletin demokratik olduğunu kabul ettikleri an, bu devletle savaşa şiddetle karşı çıkarlar” (Owen, 1994). Ancak demokratik ülkeler, ‘adil savaş’ durumlarının söz konusu olduğu durumlarda savaşmaktan çekinmezler. Günümüzde meşru bir sebep ve meşru bir otoritenin karar vermesi şeklinde ifade edilen ‘adil savaş’ durumu, uygulamada demokratik ülkelerin kendi çıkarlarını koruma adına kullandıkları bir söylem olarak kalmıştır.

Demokratik Barış Teorisine göre, demokratik devletlerin, demokrasinin yerleşmediği devletler ile savaşa girmesinin bir başka önemli nedeni de, kendiliklerinden demokrasiye geçemeyen bu devletlere, demokrasinin taşınması fikridir. Bu bağlamda dünyadaki devletler arasındaki savaşın sona ermesinin yolu, savaşarak da olsa liberal demokrasinin dünya geneline yayılması düşüncesidir.

Demokratik Barış Teorisine yönelik Realist düşünürlerin en önemli eleştirisi, demokratik ülkeler arasında tesis edilmiş olan barışın bu devletlerin demokratik olmalarından kaynaklanmayıp, ‘ortak tehdit algılamalarından doğan ortak çıkarlarından’ kaynaklandığı şeklindedir. Bir başka eleştiri noktası da ‘Demokrasi’ ve ‘Barış’ kavramları arasındaki ilişkinin yanlış kurulduğuna yöneliktir. Buna göre ‘Demokrasi’ ve ‘Barış’ arasındaki korelasyonu açıklamak için demokrasi bağımsız bir değişken olarak kabul edilmiş ve ‘Demokrasi’ ile ‘Barış’ arasında doğrudan ve tek yönlü bir sebep-sonuç ilişkisi kurulmuştur. Batı demokrasilerinin tarihsel gelişimine bakıldığında, yukarıda ifade edilen ilişkinin tersine, barışın demokrasinin alt yapısını kurduğu göze çarpmakla beraber, ekonomik gelişmenin de bir ana etken olarak her iki değişkeni etkilediği görülmektedir (Ekmekçi, 2011, s. 115).

Ayrıca Batı demokrasilerinin demokratik olmayan ülkeler kadar savaşkan olmaları ve hatta çıkarları doğrultusunda Üçüncü Dünya’da yer alan demokratik ülkelerle doğrudan veya üstü örtülü bir şekilde pek çok kez savaşmış olmaları da Demokratik Barış Teorisine yönelik önemli bir eleştiri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kaynakça

BURCHILL, Scott; (2014), “Liberalizm”, Editör:  LINKLATER, Andrew; (2014), “Tarihsel Sosyloji”, Editör: LINKLATER, Andrew ve BURCHILL, Scott,  Uluslararası İlişkiler Teorileri, Küre Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, s. 85-122.

EKMEKÇİ, Faruk; (2011), “Demokratik Barış Teorisi: Bir Değerlendirme”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 7, Sayı: 26 s.107-124.

OĞUZLU, Tarık; (2015), “Uluslararası Siyasal Teori”, Editör: GÖZEN, Ramazan, Uluslararası İlişkiler Teorileri,  İletişim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, s. 189-216.

OWEN, John; (1994), “How Liberalism Produces Democratic Peace”, International Security, Cilt 19, No. 2, s. 87-125.