19. Yüzyıl Tarih Yazıcılığı

Öz

Birçoklarına göre 19. yüzyıl “tarih yüzyılı”dır. Bunun nedenlerini, Eskiçağ’dan itibaren gelişen ve özellikle Rönesans, Reform, Aydınlanma ve Sanayi Devrimi ile birlikte insanoğlunun bilimin tüm dallarında gösterdiği gelişmede aramak gerekir. Her dönemde farklı bir yaklaşıma konu olmuş olan tarih, özellikle bilim ve teknolojinin çok hızlı ilerlediği 19. yüzyılda tek başına bir bilim dalı olmuştur. Tarih yazıcılığı konusunda en önemli adımların atıldığı dönem, yine bu dönemdir. Bu çalışma, tarihsel süreç içerisinde tarih yazıcılığının hangi aşamalardan geçerek geliştiğini ve 19. yüzyıla nasıl gelindiğini ele almaktadır.

Anahtar kelimeler: Tarih, Tarih Yazıcılığı, Tarih Yüzyılı, 19. Yüzyıl, Ranke

Giriş

Tarih, insanoğlunun yazıyı bulmasından çok önce başlamış olsa da, tarih yazıcılığı yazının bulunmasından çok sonraları ortaya çıkmıştır. İnsanoğlunun zaman içerisinde yaşadığı olayları ve olguları sonraki nesillere anlatmasının bir aracı olan tarih yazıcılığının başlangıcı Antikçağa kadar gitse de, bu disiplinin müstakil bir bilim dalı olması ve profesyonel olarak insanların bu alanla ilgilenmeleri, ancak 19. yüzyıldan itibaren gerçekleşebilmiştir.

Esasında insanoğlunun kendi döneminde yaşadığı olayları sonraki nesillere anlatma isteği, belki de ilk insanlar ile başlamıştır. Ancak yazının bulunmasından sonraki dönemlerde hem insanların kendi dönemleri, hem de kendilerinden önce yaşanan olay ve olguları kayıt altına aldıkları görülmüştür. Eski Yunanlı tarihçiler ile başlayan tarih yazımı, günümüze gelinceye kadar birçok farklı yaklaşımdan etkilenerek gelişmiştir.

Bu çalışma 19. yüzyıl tarih yazıcılığını konu almaktadır. Bu dönemdeki genel tarih yazıcılığının özellikleri üzerinde durulmadan önce, tarih ve tarih yazıcılığı kavramları üzerinde durulacak, ardından Eski Yunan medeniyetinden itibaren dönem dönem tarih yazıcılığının nasıl geliştiği ve hangi aşamalardan geçtiği anlatılacaktır. Çalışmanın son bölümünde 19. Yüzyılın nasıl tarih yüzyılı olduğu anlatılacak ve bu dönemdeki önemli tarih anlayışları ve bu akımların önemli temsilcileri üzerinde durulacaktır.

Tarih Nedir?

“Tarih” kavramı, Batı dillerinin tamamında “Historia” kavramı ile anlatılmaktadır. Bu kelimenin kökeni ise Grekçe “İstoria” kelimesidir. İstoria, İyon lehçesinde “bir şeyi bildirme”, “haberalma yolu ile bilgi edinme” gibi anlamlara gelmektedir.[1]

Tarih kelimesinin Orta Doğu dillerindeki kökenine bakmak gerekirse, Sâmî dil ailesinden olan Akad dilinde, Habeş dilinde, Sâbiî dilinde ve İbrânîce’de “kamer, ay, zaman”[2] veya “ayı görmek” anlamlarındaki “yareah” veya “yerah” (היסטוריה) kelimesi karşımıza çıkar.  Arapça’da ise bu kelime biraz değişerek “erreha”  veya “verraha” (تاريخ) şeklinde geçen fiilden türeyen tarih (te’rîh) kelimesi bu anlamı karşılar. “Ayın konumuna göre zaman belirlemek”, “bir olayın meydana geldiği zamanı belirlemek”, “bir olayın gerçekleştiği zamanın rakamla yazılışını, bir şeyin oluş vaktini tespit etmek” gibi geniş anlamlar barındırmaktadır.[3]

Tarihin tanımını yapmak gerekirse, hemen her tarihçinin farklı bir tanımlama yaptığı görülür. Sözgelimi Edward HallettCarr’a göre tarih“Tarihçi ile olgularıarasında kesintisiz bir karşılıklı etkileşim süreci, bugünile geçmiş arasında bitmez bir diyalog”tur.[4]Annales Okulu’nun önde gelen ismi LucienFebvre’e göre ise tarih “insan geçmişinin bilimidir”.MarcBloch’a göre ise tarih “zaman içinde (geçmiş-şimdi-gelecek) insanların bilimidir.”[5] Benzer bir tanımlama da FernandBraudel’eaittir. Ona göre tarih “dün, bugün ve geleceğin incelenmesidir.”[6]Karl Marx’a göre tarih “kendinden önce gelen kuşaklar tarafından kendilerine aktarılan malzemeleri, sermayeleri ve üretici güçleri kullanan birbirinden ayrı kuşakların bir art arda gelişinden başka bir şey değildir”.[7]

 Tarih Yazıcılığı Nedir?

İnsanoğlununçağlar boyunca meydana gelen maddi-manevi tüm birikimlerini, birbirleriyle olan ilişkilerini, arkalarında bıraktıkları kalıntılarını, kısacası toplumsal yaşamlarında oluşan kayıtları tutma ve bunları metin haline dönüştürerek yazıma aktarma işine tarih yazıcılığı denir. İlhan Tekeli’ye göre ise tarih yazıcılığı “geçmişteki olay ve olgulara ilişkin bilgilerin anlatı formunda sunulmasıdır.”[8]

İnsanoğlu, var olduğu günden itibaren kendisini sonraki nesillere bir şekilde ifade etmeye çalışmıştır. Ancak yazının bulunmasından çok sonra insanlar olay ve olgulara dair bilgileri belli bir düzen içinde aktarmaya başlamışlardır. Eskiçağ döneminde tanrısal bir anlatım olarak mitolojik eserler karşımıza çıkmıştır. Bundan sonra ise Herodot ile başlayan süreçte mitolojiden ayrılan tarih yazıcılığı her dönemde yeni özellikler kazanarak günümüze kadar evrilerek gelmiştir.

 19. Yüzyıl Öncesi Tarih Yazıcılığı

İnsanlığın başlangıcı ile beraber başlayan tarih süreci, aynı zamanda “geçmiş” fikrinin de ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu süreç içerisinde, insanlığın zamanla ilerlemesine koşut olarak gelişen ve değişen geçmiş algısı da belli bir birikimin ardından “tarih” düşüncesini ortaya çıkarmıştır. Zamanla, insanlığın ve medeniyetin değişmesi ve gelişmesi ile birlikte oluşan bu tarih algısı da çeşitlenmiştir. Bu çeşitlilik, tarih düşüncesinin ilk defa ortaya çıkmasından modern zamanlara kadar her dönemde farklı tarih anlayışlarını beraberinde getirmiştir.

Antikçağ’da Tarih Yazıcılığı

Eski Yunan medeniyetinde tarih yazıcılığı ile mitoloji birbirine geçmiş iki kavramdır. Tarih diye yazılan metinler, tarihsel bir kısım olaylardan da bahsetmekle beraber, daha çok mitolojik olaylardan bahsetmektedir. Ancak Eski Yunan’da felsefenin gelişmesiyle beraber zamanla insan merkezli tarih düşüncesi oluşmaya başlamış ve bundan sonra tarih yazıcılığı ile mitoloji kesin hatları ile birbirinden ayrılmıştır. Bunun bir neticesi olarak bu dönemin bir başka özelliği de tanrısal değil insana odaklı bir tarih anlayışının hakim olmasıdır.

Eski Yunan medeniyetinde, felsefenin gelişmesinin bir neticesi olarak insan önem kazanmış, insani ve toplumsal olaylar doğal süreçler şeklinde yorumlanmıştır. Bunun neticesinde bu dönemde tarihin döngüsel olduğu fikri ortaya çıkmıştır.

Eski Yunan’da geçmiş ve gelecek, devlet formlarının sürekli olarak tekrarlandığı,
gelip geçici bir evrenin zaman boyutları olarak tanımlanmıştır. Tarihin baş aktörü olan insan ve toplumun geçmiş ve geleceği, bu formlar etrafında rastlantısal bir şekilde dönen ve devamlılığı bulunmayan durumlar olarak tanımlanmıştır.[9]

Bu dönemde tarih yazıcıları arasında en önemli isim Herodotos’tur. “İstoria” kelimesini, insanların ve insan toplumlarının başından geçen olayları
kaydetme yolu ile edinilen bilgi anlamında ilk defa Herodotos (MÖ 490-430) kullanmıştır. Herodotos’a kadar tarih yazıcılığı ile mitoloji iç içe geçmişken, “Tarihin isim babası” olarak da anılan Herodot, tarih yazıcılığı ile mitolojiyi birbirinden ayırmıştır.[10]

Herodotos’tan sonra da mitolojik anlatıma rastlansa da, bundan sonraki tarih anlatımı insanların işlerinin, amaçlarının, başarı ve başarısızlıklarının yer aldığı bir tarih olmuştur.

Herodotos’tan sonra Thukydides(MÖ 460-400) de onun gibi mitolojik olayları değil, o dönemdeki insanlar, olaylar ve olgular üzerine eserler yazmıştır. Thukydides, ele aldığı olayları nedensellik ve seküler şartlar içerisinde anlatmaya gayret etmiştir. Ele aldığı tarihi olayların gerçek nedenlerini bulmaya çalışmıştır. Thukydides “kanıtın ışığında baktığım zaman” diyerek, tarihsel araştırmanın kanıta dayandığını açıkça ifade etmiştir.Thukydides ayrıca psikolojik tarihin de babası olarak nitelendirilmektedir.[11]

Bu dönemde oluşan Yunan tarihçiliğinden etkilenen Roma tarihçiliği, tarihe ve millete doğrudan bir misyon yükleyerek tarihi daha siyasi ve daha ideolojik olarak ele almıştır. Bu süreçte Romalılar “ulusal tarih anlayışı”nı ve kavramını oluşturmuşlardır. Avrupa tarihçiliğini derinden etkileyen Roma’da, Publius Cornelius Tacitus (MS. 58-120), yazdığı eserlerle Fransız İhtilaline kadar şair ve ressamlara malzeme sağlamış, siyasetçilere ve hatta ilahiyatçılara dahi ilham kaynağı olmuştur.[12]

Ortaçağ’da Tarih Yazıcılığı

Ortaçağ döneminde Hıristiyanlığın ortaya çıkması ve yayılması, tarih yazıcılığını da etkilemiştir. Roma’nın Hıristiyanlığı benimsemesinden sonra bu dönemde “tanrı” merkezli evrensel bir tarih anlayışı ortaya çıkmıştır. Buna göre asıl olan insan değil, “Tanrı”nın ne istediğidir.Tanrı “kader”i yazmıştır ve her şey bu ilahi plana göre yaşanacaktır.Bu anlayışa döre tarih, belli bir amaca doğru ilerlemektedir.

Antik Yunan’da birey merkezli ve döngüsel bir tarih anlayışı hâkimken, Hıristiyanlığın etkisiyle bu dönemde Tanrı merkezli ve çizgisel bir tarih anlayışı hâkim olmuştur. Aslında Hıristiyanlık’tan önce Yahudilik’te de bir kader inancı bulunmaktadır. Ancak Yahudilik, Hıristiyanlık kadar geniş bir coğrafyayı etkilemediğinden bu kavramlar Roma’nın Hıristiyanlığı benimsemesinden sonra ön plana çıkmıştır.

Bu dönemde Hıristiyanlığın tarih anlayışını şekillendiren en önemli isim Aurelius Augustinus (354-430) olmuştur. Augustinus’un fikirleri, Ortaçağ boyunca tüm Hıristiyan tarih yazıcılarını etkilemiştir.

Ona göre Tanrı’nın kendisi zamanın dışında olmasına rağmen, yarattığı herşey zamanın içindedir. Zaman ise, artık var olmayan geçmiş, herhangi bir boyutu olmayanşimdi ve varolmamış olan gelecek arasında bulunan bir şeydir. Bunun doğal bir sonucu olarak Augutinus’a göre tarih döngüsel değil, çizgisel olarak ilerleyen bir süreçtir. Tanrı’nın yazdığı kaderin insanlığa bir yansıması olan tarihin bir başlangıcı olduğu gibi ve kutsal metinlerde dünyanın sonu olarak anlatılan “kıyamet” ile gerçekleşecek bir de sonu vardır.[13]

Augustinus’un, Eskiçağ’daki döngüsel tarih anlayışının yerine ikame ettiği çizgisel tarih anlayışı iki neticeyi vermiştir. Birincisi Tanrı tarafından belirlenen ve başı, ortası ve sonu bulunan çizgisel bir süreç düşüncesi ortaya çıkmıştır. İkincisi ise tarihin çağlara ayrılması düşüncesi ortaya çıkmıştır. Nitekim Augustinus’tan sonra Christoph Cellarius (1634-1707) ilk defa modern anlamda tarihi çağlara ayırmıştır. Augustinus ile başlayan bu akımın bir diğer etkisi de,vakayiname ve kronik yazıcılığının gelişmesidir. Bu dönemden itibaren papaz ve keşişlerin yazdıkları vakayinameler ve kronikler, tarih yazıcılığında önemli bir yer tutmaktadır.[14]

Ortaçağ’da Avrupa’da tarih yazıcılığı Hıristiyanlık ile birlikte gelişirken, aynı dönemde İslam dünyasında da önemli gelişmeler yaşanmıştır.

Arap toplumunda, aslındaİslamiyet’ten önceki dönemlerde de tarih yazıcılığı geleneği bulunmaktadır. Ancak İslamiyet ile birlikte varolan “menkıbevari tarih anlayışı” hızlı bir şekilde gelişmiştir. İslam peygamberi Hz. Muhammed’in hayatını temel alan hadis yazıcılığı da bunun bir boyutudur. Ancak genel olarak ele almak gerekirse İslam tarih yazıcılığının metot olarak “rivayetçi” ve “nakilci” olduğunu ifade etmek gerekir. Bu yüzden de eleştirel bir bakış söz konusu değildir ve yorum kısmı genellikle okuyucuya bırakılmıştır.[15]

Bu dönemde İslam dünyasında tarih yazıcılığı konusunda en önemli isim olarak İbn-i Haldun karşımıza çıkar. İbn-i Haldun’a (1332-1406) göre tarihçi, tarihsel olayların tekillikleri içinde boğulmadan, her bir tekil olayı genel düzenlilikler ve yasallıklar içerisinde ortaya koymalıdır. Kendi dönemindeki tarihçileri en çok bu açıdan eleştirmektedir İbn-i Haldun. İbn-i Haldun’a göre tarih yazıcılığı anlatım, hikâyeleştirme, aktarma etkinliğinden sıyrılıp, izah etme, açıklama etkinliğine dönüştürülmelidir.[16]

İbn-i Haldun, Mukaddime’de toplumu diğer doğal varlıklar gibi ele alır. İbn-i Haldun, kendisinden çok daha sonraki dönemlerde ortaya çıkacak “olan ve olması gereken” ayrımını yapmıştır.Mukaddime adlı eserinde, olgu ve olaylar arasında bulunan ilişkileri tümevarım yöntemi çerçevesinde ele alarak genel geçer yasalara ulaşmaya çalışmıştır.

İbn-i Haldun’a göre tarihçi, olayların ve olguların tekillikleri içinde boğulmamalı, tersine her tekil olay ve olguyu genel bir sistem ve kural içerisinde açıklamalıdır. İbn-i Haldun,kendi dönemindeki tarihçileri en çok bu açıdan eleştirmektedir.Ona göre tarih
yazıcılığı anlatım, hikâyeleştirme, aktarma etkinliğinden sıyrılmalı; izah etme ve açıklama faaliyetine yönelmelidir.[17]

Aydınlanma Döneminde Tarih Yazıcılığı

Ortaçağ döneminde İtalya merkezli ortaya çıkan Rönesans ile beraber Hıristiyanlıktaki tek boyutlu dünya anlayışı yavaş yavaş terk edilmeye başlanmıştır. Bu dönemde birey ön plana çıkmaya başlamıştır. İnsanın merkeze yerleştiği bu anlayış “hümanizm” anlayışını ortaya çıkarmıştır.

Rönesans ile birlikte Montaigne (1533-1592), Machiavelli (1469-1527), Bodin (1530-1597) gibi isimler tarih yazıcılığının insan merkezli haline gelmesini sağlayan öncü isimler olmuştur. Machiavelli ile birlikte devletler arası düşmanlık ve ikiliklerin politik açıdan incelenmesini öngören bir nevi politik tarih yazıcılığı başlamıştır. Bodin ise tarihi Hıristiyan tarihçilerin ayırdığı dört dönemden bağımsız olarak, günümüzde de kullanılmakta olan tarihsel dönemleri (Antikçağ, Ortaçağ ve Yeniçağ) belirlemiştir.[18]

Avrupa’da Hıristiyanlığın yüzyıllar süren etkilerine bir tepki olarak ortaya çıkan Rönesans ve Reform hareketleri neticesinde toplumun her kesimini etkisi altında tutan dini anlayış etkisini kaybetmeye başlamıştır. 16. Yüzyılla beraber Reform hareketinin başlamasıyla birlikte tarih yazıcılığı da bu süreçten etkilenmiş ve laikleşmeye başlamıştır.Martin Luther (1483-1546) ile başlayan Reform sürecinde, Bacon (1561-1626), Leibniz (1646-1716) ve Descartes (1596-1650) gibi isimlerin öncülüğünde tarih yazıcılığı sekürlerleşmiş ve bu süreçte dinsel tarih anlayışının yerini “felsefi tarih” anlayışı almaya başlamıştır.Bu dönemde üç tür tarih yazıcılığı ortaya çıkmıştır.Bunlar “historiadivina” (tanrısal tarih), “historianaturalis” (doğa tarihi) ve “historiacivilis/humana” (insan ve toplumsal olayların bilgisi)’dır.

Tarihin bu dönemde kilisenin dini yaklaşımından uzaklaşarak bireyi odak alması ve Antik Yunan filozoflarının söylemlerinin yeniden tartışılarak bunların rasyonel bir şekilde yeniden yorumlanması neticesinde tarih yazıcılığı üniversitelerde okutulan bir ders haline gelmiştir.

Rönesans ve Reform sürecinin devamındaki Aydınlanma döneminde ise JJ Rousseau (1712-1778), Voltaire (1694-1778), Hume (1711-1776), Herder (1744-1803), Kant (1724-1804) gibi filozoflar sayesinde “tarih felsefesi” bir disiplin olarak ortaya çıkmıştır.[19] Bu düşünürlerin ortaya koyduğu esaslar ve yaklaşımlar, bundan sonraki yüzyılda önemli tarihçilerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.

19.Yüzyıl Tarih Yazıcılığı

19. yüzyıl, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da bilimsel ve teknolojik gelişmelerin hızlandığı ve bu hızlı gelişimin yaşamın hemen her alanında etkili olduğu bir dönemdir. Bu dönemde başta doğa bilimleri olmak üzere bilimin birçok dalı ayrı disiplinler halinde gelişti ve bilimsel bilgi ve tekniklerin kainatın tüm gizemlerini çözeceği ve insanoğlunun ilerlemesine hep katkı sağlayacağı düşüncesi yayılmıştır. Bilimin ve bilimsel yöntemlerin insanlar tarafından itibar edindiği bu dönemde, tarihçiler de kendi alanlarında bilimsel kural, yöntem ve ilkeler oluşturarak bilimsel bir tarih anlayışı geliştirmeye çalışmışlardır.[20]

Bu dönemde, temelleri Eski Yunan, Hıristiyan, İslam, Rönesans, Reform ve Aydınlanma düşünürleri ve tarihçileri tarafından atılan tarih anlayışı, Ranke, Comte, Fichte, Schelling ve Marx gibi düşünürler tarafından daha sistemli bir tarih anlayışına evrilmiştir.

Pozitivist Tarih Yazıcılığı

Pozitivist tarih anlayışı, August Comte’un (1798-1857) 1837’de çıkardığı Pozitif Felsefe Dersleri adlı eserinden ilham alınarak geliştirilmiştir.[21] Comte’a göre bir toplumun geçirdiği tarihsel aşamalar, insanlığın genel olarak geçirdiği aşamalara göre gerçekleşir. Bir ülke halkının geçirdiği tarihsel aşamalar,genellikle sosyo-psikolojik etkenler tarafından belirlenir.[22]

Comte’a göre insanların düşünsel gelişmeleri ve tarih, üç aşamadan geçmiştir. İlk olarak insanlar, başlarına gelen tarihsel olaylarınnedenlerini doğaüstü güçlerle açıklamıştır.Sonra bu doğaüstü açıklamaların yanı sıra, çeşitli düşünceler ve felsefe etkisiyle açıklamışlardır. En sonunda ise insanlar olayların doğal nedenlerini, onların sosyo-psikolojik koşullarını belirleyerek ve aralarındaki bağlantıları karşılaştırma yöntemi ile ortaya koymak suretiyle açıklamaya çalışmışlardır.[23] İşte Comte, pozitivist yaklaşım ile tarihte doğaüstü etkenlerin etkisi reddederek, perde arkasındaki nedenleri sosyo-psikolojik etkenlere bağlamıştır.

Pozitivist tarih anlayışına göre doğa bilimlerinde uygulanan ilke ve yöntemler, tarih gibi beşeri ve sosyal bilimlere de uygulanmalıdır. Tarihin bir bilim olabilmesi için, tek tek tarihsel olay ve kişilerle ilgilenmek yerine, doğa bilimlerinin yöntemlerini kullanarak tarihsel gelişimin değişmez kanunlarını keşfe yönelmek gerekir.[24]

Pozitivist tarih anlayışı, tarihçiler arasında pek fazla yayılmamıştır. Zira 19. yüzyıl tarihçilerinin geneli, tarihe ait değişmez, genel-geçer kanunların, doğa bilimlerindeki yöntemlerin kullanılarak elde edileceği düşüncesine soğuk bakmışlardır. Ayrıca tarihsel olgular ve olaylar münferittir. Tarih, doğası gereği tekerrür edemez. Dolayısıyla tarihte, doğa bilimlerinde olduğu gibi her durumda geçerli tekrarlanabilir bilimsel genellemelere ulaşmak mümkün değildir.

Metodolojik (Objektif) Tarih Yazıcılığı

19. yüzyılın başlarında ortaya çıkan pozitivist tarih anlayışını kabul etmeyen, ancak bazı yöntembilimsel kurallar dahilinde yapılacak çalışmaların tarihin gerçekliğini bilimsel ve objektif bir şekilde ortaya konulabileceğini düşünen tarihçiler bulunmaktaydı. Ancak bu çalışmalarda doğa bilimlerinin kural ve yöntemleri ile değil, tarihin kendine özgü kural ve yöntemlerine dayanan teknikler kullanılmalı şeklinde düşünen tarihçiler vardı.

Alman tarihçi Leopold von Ranke (1795-1886), bir tarihçinin tarihi incelerken tüm felsefi ve siyasi değerlerinden bağımsız, yansız ve tarafsız bir biçimde, yalnızca tarihsel gerçekleri ortaya koyması gerektiğini savunmaktadır. Buna göre tarihin amacı, ahlak derci vermek veya geçmişi yargılamak değildir. Yalnızca tarihi olguları “nasılsa öylece” ortaya koymaktır.

Ranke’ye göre tarihin her döneminin kendine has koşulları bulunmaktadır. Tarihçinin yapması gereken, olay ve olguları, bunlar hangi döneme aitse o dönemin koşullarına göre değerlendirmeli, içinde bulunduğu dönemin değer ve yargılarını yapıtlarına yansıtmamalıdır.[25]

Ranke’nin tarih yazıcılığına getirdiği en önemli katkılardan birisi birinci el tarihsel belgelere verdiği önemdir. Ona göre birinci el tarihsel belgelere ve bu belgelerin katı kurallara bağlanmış eleştirel incelemesine dayanmalıdır. Tarihçinin görevi bir fotoğraf makinesi gibi olan biteni kaydetmek ve tarafsız ve bilimsel bir şekilde tarihi olayları ve olguları ortaya koymaktır. Ranke, kendisinden önceki dönem tarihçilerini kanıtları eleştirel bir gözle inceleme konusunda yetersiz olmakla eleştirmiştir. Ayrıca birinci el kaynaklara dayanmayan her türlü tarih yazma girişimini de reddetmiştir.[26]

Ranke’nin tarihe en önemli katkısı, tarihin diğer bilim dallarından bağımsız bir akademik disiplin olarak kabul edilmesini sağlamasıdır. Bu döneme kadar Avrupa’daki üniversitelerde tarih müstakil bir disiplin değilken, bundan sonra başta Almanya olmak üzere Fransa, İngiltere, ABD ve Hollanda’da da bağımsız tarih bölümleri oluşturulmuştur.[27] Bu dönemde Almanya’da ortaya çıkan “bilimsel tarih” yaklaşımı, diğer Avrupa devletlerine de çok kısa bir süre içinde yayılmıştır.

İdealist Tarih Anlayışı

Esasında bir Aydınlanma filozofu olan Kant, tarihonun ana ilgi alanlarından bir tanesi olmamasına rağmen, bu konuda ortaya koymuş olduğu ilkelerle, idealist tarih anlayışının genel ilkelerini ortaya koymuştur. Kant aslında bir 18. yüzyıl filozofudur. Ancak eserleri ve fikirleri “tarih yüzyılı” olarak tanımlanan 19. yüzyıldaki birçok tarihçiyi derinden etkilemiştir.

İdealist tarih anlayışının çıkış noktası Immanuel Kant’ın (1724-1804) 1784 yılında yazdığı makaleleridir. “Dünya Vatandaşlığı Bakımından Bir Umumi Tarih Hakkında İdemler” adıyla kaleme aldığı beş makalesinde Kant tarihi yaratanın insan olduğunu ve insanın gelişmeye açık hatta eğilimli olduğunu anlatmıştır. Kant’a göre bu gelişim ağır ağır, zaman içerisinde kademe kademe gerçekleşir.[28]Kant’a göre insanlığın bu gelişim süreci, ahlaki bir değer taşımaktadır. Bu ise tarihsel süreci daha anlamlı kılmaktadır.[29]

Tarih insan türünün bir gelişmesidir, bu gelişmede insan doğaya bağlı olmaktan kurtulup kendisinin kurduğu dünya içinde yerleşmektedir.

Kant’ın sistemleştirdiği idealizme göre ide (fikir-düşünce), eylemden önce gelir. Ona göre tarihi belirleyen esas şey “düşünce”dir.Kant’a göre doğa insana, başka organizmalarda olmayan çok önemli bir şeyi vermiştir: Aklı! İnsan aklı ile ortaya koyduğu ahlak yasaları ile ayakta kalabilir. Kant’a göre tarih insan özgürlüğünün gelişmesi açısından anlam kazanabilir. Tarihe insan özgürlüğünün gelişme ve ilerleme süreci olarak bakmak gerekir.[30]

19. yüzyılı bir tarih yüzyılı yapan bir başka filozof/tarihçi de George Wilhelm Friedrich Hegel’dir (1770-1831). Hegel’e aklın dünyaya egemen olduğunu söyler. Ona göre tarih de akla uygun bir süreçleşmedir. Hegel’e göre tarih felsefesi tarihin düşünsel yoldan incelenmesidir. Hegel’in ilerleme hakkındaki fikirleri Kant’a benzese de “ruh” kavramının Hegel’de ayrı bir yeri vardır. Ona göre tarihsel ilerlemenin amacı ruhun kendi özgür gerçekleşmesi sürecini tamamlamasıdır. Bu noktadan insanlığın tarihi, kişisel özgürlüğün maksimum düzeyde gerçekleşmesine ortam yaratacak olan ruhun açılımıdır. Hegel bu açılımın Asya kıtasında başladığını, ancak Avrupa kıtasında son bulduğunu söylemektedir.[31]

Hegel’e göre devlet, tüm “tinsel oluşumların” organize olduğu yapılardır. Tarihte tin taşımış dört devlet tipi vardır. Bunlar Doğulu, Grek, Roma ve Hıristiyan-Germen devletleridir. Sayılan bu devlet tipleri arasında insanların özgür olabildiği yeganedevlet ise Hıristiyan-Germen devletidir. Hegel, tarihe yön verebilecek insanların bu yüzden yalnızca buradan çıkabileceğini söylemiştir.[32]

İdealist tarih anlayışının diğer önemli temsilcileri Johann Gottlieb Fichte (1762-1814) ve Friedrich Schelling’dir (1775-1854).

Fichte’ye göre tarihçinin en önemli görevi,içinde bulunduğu tarih dönemini anlamaktır. Fichte’ye göre her tarih döneminin, yaşamın her ayrıntısına sızan kendine özgü bir özelliği vardır. Bu bağlamda Fichte’nin amacı da çağının kendine özgü yapısını çözümlemek, ana çizgilerinin neler olduğunu, başka çizgilerin onlardan nasıl çıktığını göstermektir.[33]

Bu dönemdeki bir başka önemli idealist tarihçi olan Schelling, Alman idealizminin romantik filozofu olarak da anılmaktadır. Schelling bilinmesi mümkün olanı“Doğa” ve “Tarih” olarak ikiye ayırmaktadır. Kendisini tekrarlayan şeyin tarihe ait olamayacağını ileri sürerek tarihi ilerleyen bir süreç olarak ifade etmektedir. Ona göre tarih ileri doğru yol alan bir şey olmalıdır.

Mekanik devinimler bir döngü içinde olan devinimlerdir, hep tekrarlanırlar. “Mekanizmin olduğu yerde tarih yoktur; aynı şekilde tarihin olduğu yerde mekanizm yoktur” der Schelling. Tarih tekilin gerçekleştirildiği yerde değil, ideal olanın, genel olanın, bütünün tekille uyuşacağı şekilde gerçekleştirildiği yerde vardır.[34]

Romantik Tarih Anlayışı

Romantik tarih anlayışı, Alman idealizminden, özellikle de Fichte ve Schelling’ten etkilenmiş bir akımdır. Bu akıma göre, milli kimliğin ruhu ve özü siyasetten ve siyasi geçmişten çok daha önemlidir.

Fransız romantik tarihçiliğinin önemli ismi Jules Michelet (1798-1874) için tarih bir bütündür ve vatan aşkı esas alınarak siyasi bir anlam kazanır. Onun gibi Adolphe Thiers (1797-1877) ve François Guizot (1787-1874) da eğitim ile milletin siyasi iradesi arasında yakın bir bağ olduğuna inanmaktadır.[35]

Romantik tarih anlayışının tarih yazımına iki önemli etkisi olmuştur. Birincisi geçmişi olduğu gibi ve sempati ile ele almışlardır. Bundan korkmamışlardır. “Milli kimlik” kavramını tarih eğitimine ve yazımına katarak, milli iradeyi tarihinöznesi yapmaya çalışmışlardır.[36]

Romantik yaklaşım, tarihi Aydınlanmanın ve Alman idealizminin etkisinde tam bir ilerleme süreci olarak kabul eder. Buna göre insanlık tam bir olgunluğa doğru ilerlemektedir. Romantiklerin tarih anlayışı, diğer akımlardan farklı olarak sistematik ve felsefi temellere dayalı bir yapıda değildir. Bu akımın genel tarih anlayışı “estetik bir coşkunun ifadesi”dir.[37]

Materyalist Tarih Anlayışı

Karl Marx (1818-1883)ve Friedrich Engels’in (1820-1895) tarih tasarımları onların diyalektik materyalizm olarak bilinen felsefe anlayışlarında temelini bulur. Bu akımın kurucusu olan Marx, tarihin oluşumunda ne doğaüstü güçlerin ne de toplumların sosyo-psikolojik durumlarının etkili olmadığını söyler.

Engels ve Marx, Hegel’in diyalektik yaklaşımını doğaya ve tarihe uyarlamışlardır. Marx büyük oranda Hegel’in düşüncelerinden etkilenmiştir. Hegel ise tarihi “ide”den yola çıkarak oluşturmuştur. Marx ise bunu maddi üretim ilişkilerinden hareket ederek gerçekleştirmiştir.

Marx’a göre tarih, aynı Hegel’deki gibi “dünya halklarının birliği” hedefine doğru ilerlemektedir. Marx’a göre “insanlık tarihi” her zaman “sanayi ve mübadele tarihi” ile ilişki içinde ele alınmalıdır. Marx’a göre “gelmiş geçmiş bütün toplumların tarihi sınıf savaşımları tarihidir”. Tarih siyasal ilkelerle açıklanacak bir süreç olmaktan çok ekonomi ilkeleriyle açıklanacak bir süreçtir. [38] Ona göre insanlık tarihi gerçek manada ancak hür bir şekilde üretebilen ve tüketebilen bireylerin oluşturduğu, sınıfsız bir toplum ile mümkündür. İnsanların hür olabilmeleri ise ancak üretim araçlarını ellerinde tutan burjuvaya karşı bir devrim gerçekleştirecek olan işçi/emekçi sınıfın (proloterya) elindedir. Tarih bilimi, Marxist düşüncenin merkezinde yer almaktadır. Bu konuda Marx ve Engels “Biz bir bilim tanırız; o da tarihtir” demektedir. Bu tarih ise emeğin ve işçi/emekçi sınıfın tarihidir.[39]

Marx, tarihin birbirini zorunlu olarak takip eden dört toplum aşamasından oluştuğunu anlatır. Bunlar sırasıyla köleci toplum aşaması, feodal toplum aşaması, kapitalist toplum aşaması ve de henüz gerçekleştirilememiş olan sınıfsız toplum aşamasıdır.[40]

Materyalist düşünce sisteminin ve Marxizmin tarihe atfettiği önem sayesinde sosyalist yönetimin egemen olduğu ülkelerde tarih araştırmaları ve çalışmalarına diğer ülkelerden daha fazla önem verilmiştir. Marxizmin, bütün tarihi yeniden yazmak gerektiği düşüncesi de bu ülkelerde tarih üzerine daha fazla çalışma yapılmasına neden olmuştur.

 Sonuç

Sanayi Devrimi, insanlık tarihini her alanda derinden etkileyen çok önemli bir olaydır. Bu kırılma noktası, insanlığın bilim ve teknoloji alanlarında önemli gelişmeler kaydetmesinin önünü açmıştır. Bu alanlardaki gelişmeler öncelikle doğa bilimlerinde gerçekleşmişse de, özellikle Aydınlanma Dönemi sonrasında sosyal bilimler alanında da önemli gelişmeler yaşanmıştır.

Bir bilim ve teknoloji yüzyılı olan 19. yüzyılın aynı zamanda “tarih yüzyılı” olarak da adlandırılması bir tesadüf değildir. Kökeni insanlık tarihinin başlarına kadar götürülebilecek olan tarih disiplini, yüzyıllar boyunca insanlık ile birlikte gelişerek nihayet bu yüzyılda müstakil bir bilim dalı olmuştur.

Eskiçağdaki Mitolojik yazılar ile başlayan tarih yazıcılığı, Antik Yunan medeniyeti ile birlikte insan merkezli bir şekilde gelişmeye başlamış, daha sonra Ortaçağda Avrupalı Hıristiyan din adamlarının ve Doğudaki İslam düşünürlerinin katkıları ile tarih yazıcılığı gelişmiş, bundan sonraki süreçte ise Avrupa merkezli Rönesans, Reform ve Aydınlanma dönemlerinde sekülerleşmiştir.

19. yüzyılda gelişen bilimsel ilke ve yöntemler sayesinde, tarihçiler de tarih yazıcılığı alanında bilimsel ilke, kural ve yöntemlere oturtmak suretiyle bilimsel nesnelliğe sahip tarihsel bilgi üretmeye çalışmışlardır.

Bu yüzyılda tarih, Almanya merkez olmak üzere üniversitelerde müstakil bir kürsü haline gelmiş, buralarda “bilimsel tarih” anlayışı çerçevesinde genç tarihçiler yetiştirilmiştir.

Kaynakça

[1] Özlem, D. (1994). Tarih Felsefesi. Anahtar Kitaplar Yayınevi,  İstanbul, s. 17.

[2] Sami kavimlerinin takvimleri genellikle ay esasına göre düzenlenmiştir.

[3]Gümüş, Sadrettin.(2003).Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt: 40, s. 30.

[4]Carr, E. Hallett. (2002). Tarih Nedir?. İletişim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, s. 35.

[5] Ercan, Y. (2010). Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknik. Turhan Yayınevi, Ankara, s. 47.

[6] Ercan, Y. (2010). Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknik. Turhan Yayınevi, Ankara, s. 49.

[7]Özlem, D. (1994). Tarih Felsefesi. Anahtar Kitaplar Yayınevi,  İstanbul, s. 115.

[8]Şimşek, A. (2015). Tarih İçin Metodoloji. Pegem Akademi Yayınları, Ankara, s. 46.

[9]Özlem, D. (1994). Tarih Felsefesi. Anahtar Kitaplar Yayınevi,  İstanbul, s. 19.

[10]Şimşek, A. (2011). Tarih Nasıl Yazılır. Altıncı Baskı, Tarihçi Yayınevi, İstanbul, s. 25.

[11]Collingwood, R. H. (1990). Tarih Tasarımı. (Çev. Kurtuluş Dinçer), Ara Yayıncılık, Ankara, s. 37.

[12]Şimşek, A. (2015). Tarih İçin Metodoloji. Pegem Akademi Yayınları, Ankara, s. 26.

[13]Özlem, D. (1994). Tarih Felsefesi. Anahtar Kitaplar Yayınevi,  İstanbul, s. 22-24.

[14]Şimşek, A. (2015). Tarih İçin Metodoloji. Pegem Akademi Yayınları, Ankara, s. 28.

[15]Şimşek, A. (2015). Tarih İçin Metodoloji. Pegem Akademi Yayınları, Ankara, s. 29-30.

[16]Özlem, D. (1994). Tarih Felsefesi. Anahtar Kitaplar Yayınevi,  İstanbul, s. 27-32.

[17]Özlem, D. (1994). Tarih Felsefesi. Anahtar Kitaplar Yayınevi,  İstanbul, s. 28-30.

[18]Özlem, D. (1994). Tarih Felsefesi. Anahtar Kitaplar Yayınevi,  İstanbul, s. 36-37.

[19]Özlem, D. (1994). Tarih Felsefesi. Anahtar Kitaplar Yayınevi,  İstanbul, s. 44-57.

[20]Şimşek, A. (2011). Tarih Nasıl Yazılır. Altıncı Baskı, Tarihçi Yayınevi, İstanbul, s. 41.

[21]Özdal, B. ve Karaca R.K. (2015). Diplomasi Tarihi – I. Dora Yayınevi, Bursa, s. 18.

[22]Ercan, Y. (2010). Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknik. Turhan Yayınevi, Ankara, s.290.

[23]Ercan, Y. (2010). Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknik. Turhan Yayınevi, Ankara, s.291.

[24]Şimşek, A. (2011). Tarih Nasıl Yazılır. Altıncı Baskı, Tarihçi Yayınevi, İstanbul, s. 42.

[25]Özdal, B. ve Karaca R.K. (2015). Diplomasi Tarihi – I. Dora Yayınevi, Bursa, s. 20.

[26]Şimşek, A. (2011). Tarih Nasıl Yazılır. Altıncı Baskı, Tarihçi Yayınevi, İstanbul, s. 43-45.

[27]Şimşek, A. (2011). Tarih Nasıl Yazılır. Altıncı Baskı, Tarihçi Yayınevi, İstanbul, s. 46.

[28]Özdal, B. ve Karaca R.K. (2015). Diplomasi Tarihi – I. Dora Yayınevi, Bursa, s. 19.

[29]Özlem, D. (1994). Tarih Felsefesi. Anahtar Kitaplar Yayınevi,  İstanbul, s. 61.

[30] Şimşek, A. (2011). Tarih Nasıl Yazılır. Altıncı Baskı, Tarihçi Yayınevi, İstanbul, s. 97-98.

[31]Şimşek, A. (2011). Tarih Nasıl Yazılır. Altıncı Baskı, Tarihçi Yayınevi, İstanbul, s. 34.

[32]Özlem, D. (1994). Tarih Felsefesi. Anahtar Kitaplar Yayınevi,  İstanbul, s. 85-95.

[33]Özlem, D. (1994). Tarih Felsefesi. Anahtar Kitaplar Yayınevi,  İstanbul, s. 76-81.

[34]Özlem, D. (1994). Tarih Felsefesi. Anahtar Kitaplar Yayınevi,  İstanbul, s. 81-85.

[35]Şimşek, A. (2011). Tarih Nasıl Yazılır. Altıncı Baskı, Tarihçi Yayınevi, İstanbul, s. 99,

[36]Şimşek, A. (2011). Tarih Nasıl Yazılır. Altıncı Baskı, Tarihçi Yayınevi, İstanbul, s. 99-101..

[37]Özlem, D. (1994). Tarih Felsefesi. Anahtar Kitaplar Yayınevi,  İstanbul, s. 98-99.

[38]Özlem, D. (1994). Tarih Felsefesi. Anahtar Kitaplar Yayınevi,  İstanbul, s. 114-118

[39] Şimşek, A. (2011). Tarih Nasıl Yazılır. Altıncı Baskı, Tarihçi Yayınevi, İstanbul, s. 107.

[40]Özlem, D. (1994). Tarih Felsefesi. Anahtar Kitaplar Yayınevi,  İstanbul, s. 114-118